Gittikçe Geç Olmakta kitaplarını, Gittikçe Geç Olmakta sözleri ve alıntılarını, Gittikçe Geç Olmakta yazarlarını, Gittikçe Geç Olmakta yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
kim bilir başından ne felaketler geçmiştir, diye yanıtladım, yaşamları insanların yüzlerinde ya da bizi karşıladıkları gülümsemelerde yazılı değildir ki.
Düşünce kanatlıdır, oğlum, dedi alaylı bir gülümsemeyle, sen onu düşünüyorum sanırsın ve birden rüzgar gibi, canı nereden isterse oradan gelir o, sen onu düşünüyorum sanmıştın, oysa o seni düşünür ve sen yalnızca düşünülensindir.
...benim gelecek yaşamın düşündüğüm dileğe bağlı olup olmadığı soruma şöyle yanıt vermişti: duruma bağlı. Hangi duruma? diye üsteledim. Çok bilmiş bir edayla gülümsedi ve eliyle hele bir git de sonra anlarsın der gibi bir işaret yaptı. Ve şöyle fısıldadı: eşiği aştığın sırada nasıl düşünüleceğine bağlı, oğlum.
Düşünce kanatlıdır, oğlum, dedi alaylı bir gülümsemeyle, sen onu düşünüyorum sanırsın ve birden rüzgâr gibi, canı nereden isterse oradan gelir o, sen onu düşünüyorum sanmıştın, oysa o seni düşünür ve sen yalnızca düşünülensindir.
Hayatta şöyle ya da böyle sessizliği seçmiş olan kişiler, sessizliği şu yüzden seçmişlerdir: çünkü sezinlemişlerdir ki konuşmak, hele hele yazmak, yaşamın anlamsızlığıyla pazarlığa oturmanın bir yoludur her zaman.
‘O yüzden sana olanaksız bir selam gönderiyorum, bir nehrin bir kıyısından öbür kıyısına, kıyı diye bir şey olmadığını bile bile, boş yere el kol sallayan biri gibi, gerçekten, kıyı yok, inan bana, yalnızca nehir var, onu önceden bilmiyorduk, sana haykırmak istiyorum onu: dikkatli ol, haberin olsun, yalnızca nehir var!, şimdi biliyorum bunu, amma da aptalmışız meğer, biz tutmuş kıyılarla uğraşıyorduk, oysa yalnızca nehir varmış. Ama artık çok geç, söylemek neye yarar ki?’
Ya da bir fotoğraf albümü alırsın eline, benim gibi, senin gibi, herkes gibi herhangi bir kimsenin herhangi bir albümü. Bir de bakarsın ki hayat orada, birtakım aptal kağıt dikdörtgenlerin daracık sınırlarından dışarı taşmasına izin vermeksizin sımsıkı tuttuğu değişik parçalarındadır. Ve hayat, dolu dolu, sabırsız, o dikdörtgenin ötesine taşmayı istemektedir, çünkü bilir ki şu beyaz giysiler içinde, kolunda kiliseye başlama töreninin şeridiyle, ellerini bitiştirmiş duran çocuk, ertesi gün ("ertesi gün" dediğim herhangi bir gün yani) kendi kendisinden utanıp gizli gizli ağlayacaktır: küçük bir kabahat mi işlemiştir? Küçük olmuş büyük olmuş farketmez, dediğimiz o ki pişmanlığı gerektirmektedir. Ama bir mürebbiyeden daha sert olan o acımasız fotoğraf, asıl gerçeğin kendi birkaç santiminin dışına taşmasına izin vermez. Hayat kendi resminin tutsağı olmuştur: ertesi günü yalnız sen hatırlarsın.