Bilge Karasu’nun 1968 yılında kaleme aldığı “Yağmurlu Kentin Güneşçisi” adlı hikayesi, sosyolojik bir okuma yapıldığında, politik unsurların insanları şekillendirdiği baskı ortamına eleştiri mahiyetinde bir metindir. Her ne kadar dönemin Türkiye’sinde yaşanan sağ-sol çatışmalarının sebep olduğu baskı rejimleri, öldürülerek susturulan toplumun sinmişliği bu metne ilham olmuş olsa da, devletlerin toplumlar üzerinde tam hakimiyetini kolaylaştıran tektipleştirme politikası, Bilge Karasu’nun eleştirilerinin temel noktasıdır. Devletlerin dayattığı bu sistem insanların ruhlarını, düşünme şekillerini, günlük hayatlarını, kıyafetlerinin renklerine kadar her şeyi teslim almıştır. Doğumdan ölüme kadar olan süreçte otoriteye maruz kalan insanlar artık normalin bu olduğunu kanıksamıştır. Uzun süren baskının altında hayal kırıklığı yaşayabilmek mümkün değildir, çünkü başka türlü bir yaşamın mümkün olamayacağını bilmek beklentiyi söndürür ve yerini vazgeçişe bırakır. Böyle bir ortamda ne umut ne beklenti var olabilmiştir. Yeşeren tek umut ana karakterin bir gün güneşin açabileceğine dair olan inancıdır. Bu inanç onun konfor alanıdır ve farklı olanın dışlandığı baskı rejimlerindeki gibi o da çevresindekiler tarafından yalnızlaştırılmıştır. Onun gibi bir avuç kaz sürüsü kadar kalan insanlar, hiçbir devletin sahip olamayacağı denizlerden rengarenk gemilerle kaçacaklarını hayal ederek, umudun intiharın eş anlamlısı olduğu bu kentte kendilerine yaşamaya devam edecek bir sebep bulmuşlardır.