deniz gezgin'den kısacık olmasına rağmen dopdolu bir anlatı. toprağa, suya, rüzgarın ıslıklarına, yuva'ya ve gözyaşlarına dair bir roman. bütün bunlardan beslenen, okurken hiç görmediğimiz karanlık dünyalarda, içimizin dehlizlerindekine benzer parıltılar yakalayabildiğimiz bir hikaye bu.
iki baş karakterimiz var. luçe ve kara. hikayemiz luçe'nin volkanın bağrına doğuşuyla başlıyor, luçe'nin ışıltısı ve kara'nın uçarılığı dikenli rüzgarlar eşliğinde birleşiyor, kara'nın yuva'dan kaçışından sonrasıyla derinleşiyor.
deniz gezgin inanılmaz bir sembolizmle insanın içinde düğümler yaratan bir distopya yaratmış. bunu öyle başarılı yapmış ki okurken bir distopya okuduğunuzun farkına bile varamıyorsunuz. her bir detayı ustalıkla işlenmiş çünkü.
gözler, kanatlar, çiçekler, kuyruklar başlangıçta içine girmesi zor bi metin gibi görünse de içinizin dehlizlerinde gezine gezine bir çırpıda bitiyor. herkes sevmeyebilir, ben çok sevdim. o yüzden de tavsiyedir, çokça.