Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hapishane Defterleri 2. Cilt

Antonio Gramsci

Hapishane Defterleri 2. Cilt Sözleri ve Alıntıları

Hapishane Defterleri 2. Cilt sözleri ve alıntılarını, Hapishane Defterleri 2. Cilt kitap alıntılarını, Hapishane Defterleri 2. Cilt en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bir fikir, bir şekilde sanatsal olarak -yani, belli bir tarzda- ifade edilmediği sürece etkili olamaz.
Genel geçer soruyu şu şekilde soruyorum: İşçi -çalışan insan efendi olabilir mi? Yanıtın hayır olduğu konusunda en ufak bir çekincem yok. İşçi -sadece otantik "proleter" olarak görülebilecek beden işçisi değil, doktorluk, mühendislik ve avukatlık gibi liberal ve burjuva mesleklerde çalışanlar da dahil- işçi, yani dediğim gibi çalıştığı sürece, onun hizmetlerine ihtiyaç duyanlara şu ya da bu şekilde bağımlı, itaatkar olmak durumundadır. Çalıştığı sürece işçinin faaliyetini ve çalışma zamanını, başka bir deyişle hayatını belirleyen de o kişidir. Yönetmesi gereken ve yönetebilecek olan da odur: Çalışma ortamı içinde işçilere istediklerini yaptırabilmesi, iş devam ettiği sürece de işçilerin kendine itaati sağlamak için gerekli araçlara sahip olmalıdır; en azından işçileri kovma yetkisine. Aristoteles, köleliğin mecburi olduğunu ve köleliğin daima olacağını söylediğinde sonuna kadar haklıydı
Reklam
Bana öyle geliyor ki, kişinin ölümden sonraki hayata inanmaması aşağılık bir şeydir ve belki de buna inanan birinin işlediği aşağılık suçtan da kötüdür.
Edebi yapıtların görünümlerinde bir ritim olup olmadığını incelemeli: Bunlar belli dönemlerle mi yoksa köklü tarihsel değişimlerin semptomlarıyla mı örtüşüyor? Bu çalışmalardan bir liste oluşturmak gerek: Gerçek anlamda ütopyalar, felsefi romanlar, belli bir ülkeninkilerle çeliştiği düşünülen belli geleneklere ve kurumlara sahip, uzak ve bilinmeyen [ama gerçek] ülkelere değinen kitaplar. T. More'dan Ütopya, Bacon'dan Yeni Atlantis, Fendon'dan Hazlar Adası ve Salento (ve yine Telemachus) Swift'ten Gulliver'in Maceraları gibi
Filozof ve romancı Julien Benda (1867-1956), Fransız kültüründeki romantizm akımlarının katı bir eleştirmeniydi. Daha önceki iki kitabında Henri Bergson'un sezgiciliğin felsefi kabulüne karşı sert bir saldırıda bulunmuştu. Charles Maurras ile Maurice Barres, onun La trahison deseleres ' teki en tanınmış hedefleri arasındaydı. Benda, kendi çağının birçok aydınını eleştirel doğruluktan uzaklaşma ve ırksal önyargılara kapılma, kör milliyetçilik ve siyasi çıkarcılık nedeniyle suçladı
Vita di Cavour, tam bir tarihsel muzipliktir. Eğlenceli edebiyatın bugünkü modası Alexandre Dumas tarafından örneklenen biyografik roman ise, Panzini, yeni Panson du Terrail'dir. Panzini'nin, gösterişli bir şekilde sergilemeye çalıştığı şudur: O, insan davranışları hakkında "neyin ne olduğunu bilir" ve öyle aşırı becerikli bir gerçekçidir ki, onu okuyanlar en azından çok da cahil olmayan Condorcet'e veya Bemardin de Saint-Pierre'e sığınınak isteyecektir. Panzini, tarihsel bağları kurmaksızın bir kişiliğe odaklanır. Tarih ne kişiliklerle ne de diğer sosyal güçlerle ilişkili bir eğlendirici küçük hikayeler dizisidir. Bu, gerçekten yeni bir tür Cizvitliktir ve hatta eseri ilk yayınlanırken okuduğuında tahmin ettiğimden çok daha bariz bir Cizvitliktir. "Sözde değil özde savaşçıların soyluluğu" klişesi, tek tek generaller (La Marmara, Della Rocca hakkında sıklıkla dile getirilen ve kimi zaman bilinçsizce küçümseyici dille ifade edilen bakış açılarıyla kıyaslanabilir. "Della Rocca bir savaşçıydı. O, 1866'da Custozza'daki büyük cesareti ile öne çıkmamıştı. inatçı bir savaşçıydı ve bu nedenle resmi bültenler göndermeyi reddederdi." (Bu, cidden L'Asino gibi ko mik gazetelerde görülebilecektürden bir cümle. Della Rocca, bizzat Kral'ın da içlerinde olduğu bu topluluğun kötü edebi kalitesinin farkında olan Cavour'a, General kadrosunun bültenlerini yollamayı reddetınişti.) (La Marmora ve Ciaidini'ye yönelik bu tür başka göndermeler de vardır; Cialdini, Piedmontlu olmasa da; kendini öne çıkaran başka Piedınontvari bir generalden de söz edilmez; Persana'ya başka bir referans."
Reklam
Her zaman, halk ile aydınlar, halk ile kültür arasında bir mesafe olmuştur
Leonhard Frank, Die Ursache (Sebep):. Öykünun kahramanı ruhunu deforme eden eski öğretmenini öldürür; yazar katilin masumiyetini savunur.
Efsaneye göre, Taoizınin kurucusu olduğu düşünülen Çinli filozof Lao-tzu (yak. M.Ö. 604-531), ana rahminde altmış yıldan fazla kalarak (başka versiyonlarda yetmiş ya da seksen yıldan fazla) ak saçlarla doğmuştur. Gramsci, bu Lao-tzu efsanesine hem hapishane öncesi yazılarında hem de hapishanede yazdığı defterlerde ve mektuplarda birkaç kere değinir. ilk makalelerinin birinde, 13 Temmuz 1916 tarihli Avantil'nin Torino baskısının "Sotto la Mole" sütununda yayımlanan "Vecchiezze" (Yaşlılık) makalesinde, genç sosyalistleri (kendisini de) Lao-tzu ile karşılaştırır: "Bizi yaşlı olmakla ithaın ediyorlar... Bazen ... güçsüz hissediyoruz ... Ne var ki azıcık düşünmek bu karamsadığı yok etmeye yeter de artar. Yaşlı hissediyoruz çünkü ınakus talihimiz nedeniyle yaşlı bir çağda doğduk. Yaşlı olanlar, soluduğuınuz hava, bizi yöneten kurumlar, mücadele ettiğimiz insanlardır... Çin efsanesindeki Lao-tzu gibi biz yaşlı çocuklarız, seksen yaşımızda doğmuş insanlarız. Bir gelenekler yükü üzerimizdedir ve onu kaldırmak için iki kat fazla çalışmak zorundayız; yüzyıllar öncesine dayanan kurallar bugünkü faaliyetlerimizi ezmektedir."
Etik bir ilkeye sahip olmak için tarihin rasyonel olduğu iddiası reddedilmelidir. Zira tarihin rasyonel olduğunu kabul eden kişi, geçmişteki ve bugünkü insafsız, zalimce ve korkunç olguların içinde bir akılcılık yattığını kabul etmek zorunda kalır ve bu tür olguları rasyonel olarak tanımlar. Diğer yandan, tarihin rasyonel olduğunu kabullenmeyen kişi de, uyanık ve dikkatli bir etik duyguyla bu tür olguları meşrulaştırmaktan uzak durur (bu olgulardan birtakım iyi sonuçların da doğabileceğini dahi düşünmeden, zira iyi şeyler, bahane olarak öne sürülebilecek o olgular olmasa da gerçekleşebilirdi). Diğer bir deyişle, tarihin rasyonelliğini reddeden kişi, bunu etik anlayışı basılamadığı ve olguları kendi etik anlayışının uzlaşmaz süzgecinden geçirdiği için yapar ve etik anlayışının olguların altında ezilmesine ya da onlar tarafından körleştirilmesine izin vermez. Yalnızca böylesine ihtiyatlı bir etik anlayış, tarihsel gerçeklikle etik ya da tarihle rasyonalite arasındaki yok edilemez antitezi algılar. Bu etik anlayış tarihin ahlakla eşleşmediğini, tarihin olması gerektiği gibi olmadığını; başka bir deyişle tarihin rasyonel olmadığını fark eder. O halde, bir bireyin etik seviyesi, onun tarihi ahlaki açıdan katlanılamaz bulma seviyesiyle, tarihe yöneltmeye zorlandığı ithamların ve suçlamaların sayısıyla ölçülür, yani, tarihin irrasyonel olduğunu hissetmesiyle ölçülür. Kişinin, tarihin irrasyonelliğine dair uyanıklığı, onun kişisel etiğinin köşe taşıdır
52 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.