Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hapishane Defterleri 2. Cilt

Antonio Gramsci

Hapishane Defterleri 2. Cilt Gönderileri

Hapishane Defterleri 2. Cilt kitaplarını, Hapishane Defterleri 2. Cilt sözleri ve alıntılarını, Hapishane Defterleri 2. Cilt yazarlarını, Hapishane Defterleri 2. Cilt yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Çeşitli okumalara ve Torino Üniversitesi'ndeki sanat tarihi derslerine dayanarak Gramsci, ressam Timanthes hakkında sıkça dile getirilen bir konuya değiniyor. Plinius'a göre Timanthes, Iphigenia'nın kurban edilmesine tanıklık eden herkesin yüzlerindeki acı ifadesini resmetme yeteneğini sergilerlikten sonra Iphigenia'nın babası Agamemnon'un yüzünü bir örtüyle örtmeyi tercih etmiştir, zira böyle temel ve tarifsiz bir acının tasvir edilmeden bırakılması daha iyidir. Gramsci, muhtemelen orijinali Timanthes'e ait olan Pompeii'deki freskten bahseder. Bu freskte Agamemnon kurban töreninden hemen önce yüzü örtülü bir şekilde tasvir edilmiştir. Öte yandan Gramsci'nin resimdeki örtülü acıyı, hatalı bir şekilde başka bir analoji yaparak aktarması tuhaf ve belki de psikolojik açıdan anlamlıdır: Analizinin dört ayrı yerinde Gramsci, "Iason'dan yaptığı çocukları öldürürken yüzü örtülü bulunan" Medea freskinden söz eder. Ne var ki, Pompeii'deki freskler Medea'yı çocuklarını öldürürken tasvir etmemektedir. Bunların birinde, karamsar bir dalgınlık içinde oturmuş, anne olarak kaderine ağlar haldedir. Diğerinde ise çocuklarının yanında daha boş ve anlamsız bir şekilde oturmaktadır. Bu fresklerin hiç birinde yüzü örtülü değildir.
Reklam
Dante'nin bu kantosu (yani Cehennem'in 1O. Kantosu) hakkında, ilginç olduğuna inandığım ve kısmen B. Croce'nin İlahi Komedya'ya dair mutlak tezini de doğrulayan ufak bir keşif yaptım. Burada argümanı anlatmayacağım çünkü çok uzun sürebilir... Daha sonra fazlasıyla [yani konu hakkındaki en yakın tarihli çalışmaları okuduktan sonra] kendi ''Dante yorumu"mu yazacağım ve muhtemelen onu, sana, çok güzel bir yazıyla kaleme alınmış yazar övgüleriyle birlikte göndereceğim. Bunu sadece eğlence olsun diye söylüyorum, zira bu türden bir yorum yazmak içi ... sadece en büyük kütüphanelerde bulunabilecek materyalleri incelemek durumundayım... Yine de birtakım notlar alacağım ve gelecekteki bir incelemeye hazırlık niteliğinde bir taslak çıkaracağım.
Hegel'in en büyük başarısı zıtların diyalektiği ise, en büyük hatası da karşıtları, karşıt değil de ayrı olan şeylerle kanştırmış olmasıdır. Croce'ye göre, oluşu formüle eden Hegel üçlemesini (olumlama, olumsuzlama ve sentez) örnek alacak olursak, bunu doğru ve yanlış, kötü ve iyi, olan ve olmayan gibi zıtlara uyarlayabiliriz fakat sanat ve felsefe, güzel ve doğru, faydalı ve ahlaki gibi zıt olmayan ama ayrı olan şeylere uyarlayamayız. Bu karışıklık Hegel'i, sanatın ölümünden bahsetmeye, bir Tarih Felsefesi olasılığından söz etmeye ve absürt bir Doğa felsefesi kurma görevi için doğa bilimlerini kullanmaya sürüklemiştir. Croce, zıtların buluşmasından üstün bir sentezin çıkması zorunluluğunda bu sentezin karşıt değil ayrı olan şeylerden türeyemeyeceğini çünkü ayrımların birbirleriyle üstün ve düşük şeklinde bağ kurduklarını ve düşük olanın üstün olmaksızın var olabilmesine rağmen bunun tersinin mümkün olmadığını göstererek bu karmaşanın üstesinden gelmiştir. Bu şekilde, felsefenin sanat olmaksızın var olamayacağını fakat daha düşük konumdaki sanatın, felsefe olmaksızın var olabileceğini ve olduğunu görüyoruz.
İnanıyorum ki, senin yaşının en zor taraflarından biri, arkana yaslanıp başka birilerinin düşüncelerini sıraya koymak (ve hatta düşünmek) ve onları belli bir düzen içinde not almaktır. Bu bazen bir teknik yetenek kazanmak isteyen bir işçinin sergilediği çıraklıktan bile zordur ve tam olarak senin yaşlarında başlamalıdır
Dünyanın gerçek bütünlüğü, kendi somutluğunu içinde barındırır ve bu birkaç laf oyunuyla değil, felsefe ile bilimin uzun ve uzatmalı bir gelişimi ile ispatlanır
Reklam
Karl Marx
İnsanların varlığını belirleyen, bilinçleri değil; aksine onların bilinçlerini belirleyen şey toplumsal varlıklarıdır
Muhtemelen kırk yıldır, "Son Evrimsel Yaratık" üzerine teorik bir felsefe dersi veren yaşlı bir üniversite hocası hatırlıyoruz. Her yıl sistemin öncülerine dair bir "özet"le derse girişirdi. Laotzu'dan, Çin felsefesindeki yaşlı çocuktan, seksen yaşında doğan adamdan söz ederdi. Her yıl yeniden Lao-tzu'yu anlatırdı, zira yeni öğenciler gelirdi ve onların da Lao-tzu'yu, Profesörün ağzından dinlemeleri gerekirdi. Sonunda "Son Evrimsel Varlık" bir efsaneye, unuttılup giden bir canavara dönüştü ve kuşaklar boyunca öğrenciler için tck canlı gerçeklik Lao-tzu'ydu, yaşlı çocuktu, seksen yaşında doğan bebektir
Efsaneye göre, Taoizınin kurucusu olduğu düşünülen Çinli filozof Lao-tzu (yak. M.Ö. 604-531), ana rahminde altmış yıldan fazla kalarak (başka versiyonlarda yetmiş ya da seksen yıldan fazla) ak saçlarla doğmuştur. Gramsci, bu Lao-tzu efsanesine hem hapishane öncesi yazılarında hem de hapishanede yazdığı defterlerde ve mektuplarda birkaç kere değinir. ilk makalelerinin birinde, 13 Temmuz 1916 tarihli Avantil'nin Torino baskısının "Sotto la Mole" sütununda yayımlanan "Vecchiezze" (Yaşlılık) makalesinde, genç sosyalistleri (kendisini de) Lao-tzu ile karşılaştırır: "Bizi yaşlı olmakla ithaın ediyorlar... Bazen ... güçsüz hissediyoruz ... Ne var ki azıcık düşünmek bu karamsadığı yok etmeye yeter de artar. Yaşlı hissediyoruz çünkü ınakus talihimiz nedeniyle yaşlı bir çağda doğduk. Yaşlı olanlar, soluduğuınuz hava, bizi yöneten kurumlar, mücadele ettiğimiz insanlardır... Çin efsanesindeki Lao-tzu gibi biz yaşlı çocuklarız, seksen yaşımızda doğmuş insanlarız. Bir gelenekler yükü üzerimizdedir ve onu kaldırmak için iki kat fazla çalışmak zorundayız; yüzyıllar öncesine dayanan kurallar bugünkü faaliyetlerimizi ezmektedir."
Derler ki... faşizm romantik bir harekettir, hatta İtalyan romantizmidir. Her ne kadar faşizmin İtalya'da vücut bulmuş ve sıra dışı bir tarihsel konjonktür sayesinde zafer kazanmış toplumsal, yani siyasi-iktisadi bir hareket olduğuna inansam da, bu kökleşmiş sentetik faşizm bakışına saplanmaya gönülsüzüm. Bireysel faşistlerin şekillendiği ortamın,
Reklam
Etik bir ilkeye sahip olmak için tarihin rasyonel olduğu iddiası reddedilmelidir. Zira tarihin rasyonel olduğunu kabul eden kişi, geçmişteki ve bugünkü insafsız, zalimce ve korkunç olguların içinde bir akılcılık yattığını kabul etmek zorunda kalır ve bu tür olguları rasyonel olarak tanımlar. Diğer yandan, tarihin rasyonel olduğunu kabullenmeyen kişi de, uyanık ve dikkatli bir etik duyguyla bu tür olguları meşrulaştırmaktan uzak durur (bu olgulardan birtakım iyi sonuçların da doğabileceğini dahi düşünmeden, zira iyi şeyler, bahane olarak öne sürülebilecek o olgular olmasa da gerçekleşebilirdi). Diğer bir deyişle, tarihin rasyonelliğini reddeden kişi, bunu etik anlayışı basılamadığı ve olguları kendi etik anlayışının uzlaşmaz süzgecinden geçirdiği için yapar ve etik anlayışının olguların altında ezilmesine ya da onlar tarafından körleştirilmesine izin vermez. Yalnızca böylesine ihtiyatlı bir etik anlayış, tarihsel gerçeklikle etik ya da tarihle rasyonalite arasındaki yok edilemez antitezi algılar. Bu etik anlayış tarihin ahlakla eşleşmediğini, tarihin olması gerektiği gibi olmadığını; başka bir deyişle tarihin rasyonel olmadığını fark eder. O halde, bir bireyin etik seviyesi, onun tarihi ahlaki açıdan katlanılamaz bulma seviyesiyle, tarihe yöneltmeye zorlandığı ithamların ve suçlamaların sayısıyla ölçülür, yani, tarihin irrasyonel olduğunu hissetmesiyle ölçülür. Kişinin, tarihin irrasyonelliğine dair uyanıklığı, onun kişisel etiğinin köşe taşıdır
Genel geçer soruyu şu şekilde soruyorum: İşçi -çalışan insan efendi olabilir mi? Yanıtın hayır olduğu konusunda en ufak bir çekincem yok. İşçi -sadece otantik "proleter" olarak görülebilecek beden işçisi değil, doktorluk, mühendislik ve avukatlık gibi liberal ve burjuva mesleklerde çalışanlar da dahil- işçi, yani dediğim gibi çalıştığı sürece, onun hizmetlerine ihtiyaç duyanlara şu ya da bu şekilde bağımlı, itaatkar olmak durumundadır. Çalıştığı sürece işçinin faaliyetini ve çalışma zamanını, başka bir deyişle hayatını belirleyen de o kişidir. Yönetmesi gereken ve yönetebilecek olan da odur: Çalışma ortamı içinde işçilere istediklerini yaptırabilmesi, iş devam ettiği sürece de işçilerin kendine itaati sağlamak için gerekli araçlara sahip olmalıdır; en azından işçileri kovma yetkisine. Aristoteles, köleliğin mecburi olduğunu ve köleliğin daima olacağını söylediğinde sonuna kadar haklıydı
Zihinlerin ahlaki çeperdeki düzensizliği ve derin ayrıksılığı, iktisadi çepere de yansır. Artık herkes biliyor ki emek alanındaki örgütsüzlük bütünseldir. İşçi ayaklanması, sürekli grevler, taleplerin sürekli artması (bir talep karşılanır karşılanmaz bir başkası beliriyor) -bu sarsıcı kargaşa da gösteriyor ki işçi sınıfının amacı iktisadi
İtalya'da seküler devletin kurulmasının ardından Vatikan 187l'de, Katolikler'in ulusal seçimlere katılmasının "caiz olmadığını" (non expedit) ilan etti. Non expedit ilanı, aslında bir yasaklamaydı. Bu fetva 1904'te yumuşatıldı ve 1913'te sessiz sedasız ( Gentiloni Paktı ile) iptal edildi; yine de 1919'a dek Kilise'nin resmi politikası olarak kaldı.
52 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.