Hayal Kırıklığı

Ian Craib

Hayal Kırıklığı Gönderileri

Hayal Kırıklığı kitaplarını, Hayal Kırıklığı sözleri ve alıntılarını, Hayal Kırıklığı yazarlarını, Hayal Kırıklığı yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Keder diğer hastalıklardan çok, fiziksel yaralanmaya benzer. Kaybın bir "darbe" olduğu söylenebilir. Fiziksel yaralanmada olduğu gibi "ya­ra" kademe kademe iyileşir; en azından çoğunlukla iyileşir. Ama za­ man zaman komplikasyonlar başgösterir, iyileşme gecikir ya da iyileş­ mekte olan bir yara ikinci bir yaralanmayla yeniden açılır. Böyle du­ rumlarda, anormal formlar ortaya çıkar ve başka türde hastalıkların da başgöstermesiyle bunların çözümlenmesi daha da güç hale gelebilir. Bazen sonuç ölümcül bile olabilir... Sebebi bilinen, ayırt edici özellik­ lere sahip, seyri genellikle tahmin edilebilir tek bir işlevsel psikiyatrik hastalık biliyorum ki o da keder, yani kayba gösterilen tepkidir. Ama bu rahatsızlık psikiyatri uzmanları tarafından öylesine ihmal edilmiştir ki kısa süre öncesine kadar en bilinen genel psikiyatri ders kitaplarının indekslerinde bile yer almamıştır.
Genellikle kederin normal olduğu, bu yüzden de bir hastalık olarak görülemeyeceği iddia edilir; Parkes ise kızamığın da normal olduğunu, ama onu bir hastalık olarak sınıflandırmakta tereddüt et­ mediğimizi söyler. İnsanlar, kederden kurtulmak için, tıpkı fiziksel hastalıklarda olduğu gibi, bir doktordan yardım isteyebilir de iste­ meyebilir de; fiziksel hastalıklar gibi keder de rahatsızlığa ve işlev karışıklığına neden olur.
Reklam
Modem dünyanın yaşamımıza getirdiği değişiklikler birtakım güçlüklere neden olmaktadır. Bizim bu güçlüklere yanıtımız ise, sanki kayıplar karşısında omuz silkmek mümkünmüş gibi, acı ve­ ren kayıp deneyimini yaratıcı bir deneyime dönüştürmeye çalışmak ve [yeni duruma] uyum göstermemiz gerektiğini-uyum göstermek zor ve acı verici olduğu için- yadsımak olmaktadır.
Umutlarımızdan, hayal kınklığının her zaman ardından gelen umutsuzluk yüzünden değil de, yaşamda zorlukların kendini daha sık gösterdiği alanlardan bir anlamda sakınmak için vazgeçmeye çalışabiliriz.
Bu söylediklerim kulağa ahlâk eleştirisi gibi geliyor olmalı ve aslında öyle de. Ama benim eleştirdiğim şey insanın kırılganlığı ya da başkalarıyla derin bağlar kuramaması değil. Bunu zorlaştıran aslında toplumsal dünyamız. Derinden bağlanmamak ve bir eşten diğerine geçmek bazı bakımlardan böyle bir dünyada yaşamayı aslında kesinlikle kolaylaştırıyor: Eğer eşlerimize çok bağlanmamışsak, kariyerdeki ilerlemelerin ve değişen becerilerin, etrafımızdaki insanların düzenli olarak değişmesinin üstesinden gelmek daha kolaydır. Ahlâki olmadığını savunduğum şey, bu tür bir yaşamın amaçlanan, "iyi bir şey" statüsüne yükseltilmesi, diğer bir deyişle bir ideolojiye dönüştürülmesi, yani insanlar arasındaki bağları zayıflatan ve dünyanın olduğu gibi anlaşılmasını zorlaştıran bir zorunluluğun erdem haline getirilmesi, bundan bir ideoloji yaratılmasıdır.
Sayfa 161Kitabı okudu
"Her şey yolunda mı?" gibi basit bir soru, bütün bir olanaksız tatminler dünyasını içinde taşır. Bu dünya öyle çok duyguyla yüklüdür ki bir şeylerin yolunda olmayabileceği düşüncesi bile alıntıdaki karakterin ilişkiden kaçmayı düşünmesine yeter. Bu tür mahremiyetin merkezinde, olanaksızı istemek vardır; buradaki trajedi ise, istediğimiz
Sayfa 158Kitabı okudu
Reklam
İddia ettiğim şey, giderek daha çok insanın kendini yaşantılarla "dolup taşan" hayatlar içinde buluyor olduğu ve yaşantıların da son derece çeşitli olduğudur; bunlarla başa çıkmak, bunları örgütlemek ve içeride tutmak zordur. Hep bir "dağılma" ihtimali vardır; tıpkı aşırı yemeyi hazımsızlığın takip etmesi ihtimali gibi. Bu yaşantı seli aynı zamanda çekicidir de. Eğer yaşantıları azaltmaya çalışırsak dünyadan elimizi eteğimizi çekmek zorunda kalacağımızı, belki de hiçbir iz bırakmadan kaybolacağımızı hissedebiliriz. Bu olumsuz anlamda bir çekiciliktir. Bu tarz bir yaşam bize iki seçenek verir gibidir; yaşamın ya içindesindir ya da dışında; ikisinin arası yoktur. Bir de olumlu anlamda çekicidir, çünkü muazzam çeşitlilikte olanak ve hazlar sunar. Eğer bundan azami ölçüde yararlandığımızı, payımıza düşeni, istediğimizi alıyor olduğumuzu hissetmiyorsak, o zaman ya kendimizde ya da dünyada yolunda olmayan bir şeyler vardır. Bu tarz bir yaşam ve getirdiği olanaklar olmadan yaşayamazmışız gibi görünmeye başlar, ama bunlarla da yaşayamaz hale geliriz.
Sayfa 141Kitabı okudu
Benim gençliğimde genellikle yüzyıllardan bahsedilirdi. Bir yüzyıl, içinde önemli ortak özellikler saptayabildiğimiz bir dönemdi. En kısa dönem ise, çarpıcı hadiselerin damgasını vurduğu birkaç on yıldan oluşurdu: I. ve II. Dünya Savaşı, yani 1918-1939 yılları arasında kalan dönem gibi. Ancak son zamanlarda birbirinden farklı ve anlamlı dönemler olarak on yıllardan bahsetmek yaygın hale geldi. 1960'lar, 1970'ler, 1980'ler, 1990'lar, her biri, kendine ait bir kültürle, egemen temalarla ve davranış biçimleriyle damgalanmış, birbirinden çok farklı on yıllık dönemler. Bu dönemler arasındaki sınırı belirleyen hiçbir çarpıcı ya da anlamlı olay bulunmamakta; bu da gelse gelse, yeni olan hiçbir şeyin belki de on yıldan fazla dayanamadığı anlamına gelir. Bu dönemler boyunca insanın kendi benliğinin devamlılılığı duygusunu korumasının bedeli ise belirgin şekilde modası geçmiş hissetmektir. Geçmişten öyle bir kopartılır, geleceğe öyle bir sürükleniriz ki yanımıza bir şeyler -içsel şeyler, deneyimlerimizle ilgili bir farkındalık ve bir anlayış- almamız çok zorlaşır: Bunlar genellikle içimizde karmakarışık yatıyormuş gibi görünürler ve içsel dünyamız çöp kutusuna döner.
Sayfa 138Kitabı okudu
138 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.