Sübjektivizme düşmiyelim. Tarih işini karışık ve karmaşık yollardan götürüyor diye telaşa ve öfkeye kapılmıyalım. Olanı biteni anlamak, zaferin yarısı demektir. Son gülen iyi güler.
Tarihsel gelişme eğrisinin yükselmek te olduğu zamanlarda kamuoyu daha kavrayışlı, daha 'atılgan ve daha zeki olur. Olayları havadan kapar, ve onları genelleştirme ipine dizer... Ama politik eğri inişte ise zihinleri budalalık sarar. Politik genelleme denilen o değerli yetenek kaybolur, kimbilir hangi deliğe girer, hiç bir izi kalmaz. Budalalık haddini bilmezliğe dönüşür, dişlerini göstermiye başlar, ve her çeşit genelleme eğilimini alaya alır. Gerisini kuvvetli gördüğü zamanda da kendi araçlarıyla belgeler düzmiye başlar.
Oktobr'dan iki ay önce şöyle yazıyordum:
Enternasyonalizm, bizim için (bir Tseretelli ve bir Çernov için olduğu gibi) ilk fırsatta ihanet edilecek soyut bir düşünce değildir; bu bize bu günkü yolumuzun ne olacağını gösteren son derece yararlı bir ilkedir. Bir Avrupa devrimi dışında sürekli bir başarı bizim için kabul edilebilir bir şey değildir. Tseretelli ve Çernov isimleri yanına, bir tek ülkede sosyalizm filozofu Stalinin adını da ekliyemezdim o zamanlar.
Yazıya şu sözlerle son veriyordum: Sürekli kan akıtıcıhğa karşı sürekli devrim! İnsanlığın kaderini ortaya koyan mücadele işte budur.
Bu yazı partimizin merkez organında yayınlanmış, 7 eylülde ayrıca broşiir olarak basılmıştır. Beni bu gün eleştirenler o zaman niçin sürekli devrim diye ortaya attığım sapkın şiar karşısında ses çıkarmamışlardır? O zaman neredeydiler? Stalin gibileri sağı solu gözleyip olayların gelişmesini bekliyor, Zinovyef gibileri ise masanın altına saklanıyorlardı.
Ama asıl büyük soru şu: benim sapkın propagandamı Lenin nasıl oluyor da hoş görüyordu? Lenin, teoride hatır gönül tanıyan adam değildi. "Troçkizm"in parti merkez organında vaazedilmesine nasıl oldu da göz yumabildi?
Avrupa'dan doğuya doğru gittikçe burjuvazi, politik ilişkilerde daha alçak daha kötü olmakta, bundan ötürü de proletaryanın omuzlarına çöken kültür ve politika görevi daha büyük olmaktadır.
Çocukluk insanın en mutlu çağıdır derler. Hep öyle midir acaba? Hayır. Çocukluğu mutlu geçenler çok azdır. Çocukluğun göklere çıkartılması, kaynağını eski imtiyazlılar edebiyatindan alır.
Lafı uzatmanın anlamı yoktu. Aramızda ortak bir şey yoktu benim için durum aydınlanmıştı, bu adam devrimci diyalektiğe Mısır firavunlarının en geri kafalısı kadar yabancıydı. Bu ilk izlenimler sonraları daha da kuvvetlenmiştir. Pek bilgiliydiler günlük politika çerçevesi içinde güçlü Marksist yazıları yazıyorlardı, ama benimle ortak bir yanları yoktu. Gözlemlerimin ve ilişkilerimin alanı genişledikçe buna daha çok inanıyordum. Nasıl adamlar oldukları yazılarından ve söylediklerinden daha kolay konuşurlarken de belli oluyordu, utanmaz şovenliklerini küçük işadamlarına özgü böbürlenmelerini, o iğrenç polis korkusunu ve kadın konusundaki bayağılıklarını ortaya vuruyorlardı.
Ben kendim ümitsiz haykırıyordum...
Bunlar mı diyordum devrimci?