.
Evet, aşk bedava; başka hiçbir atmosferde yaşayamaz. Özgürlükte kendini kayıtsız şartsız, bolca, tamamen verir.
Kanunlardaki tüm yasalar, evrendeki tüm mahkemeler, aşk bir kez kök saldıktan sonra onu topraktan söküp alamaz.
...
...karanlıkta yalnızlığa terk edilen bir insanın duyduğuna benzer bir huzursuzluğun sinsi sinsi içimi kemirmesine bütünüyle engel olamıyordum. Büyülü boşlukta yürüyen bir uyurgezer gibi, bu huzursuzluğu inatla kovalamaya çalışıyordum. Bazen çirkin bir görüntü ya da sert bir komut beni yarı uyanık halde gerçekliğe geri döndürüyordu.
Uyumsuzluk ve küçüklüklere yer vermeyen o erişilmez aşkı düşlemiştim.Ne var ki, büyüklüğün ve küçüklüğün, güzelliğin ve bayağılığın yaşamımızın bir parçası olduğunu, bunların aynı kaynaktan çıkıp ortak bir deltaya döküldüğünü görmek benim için esaslı bir ders olmuştu.
Yararlı olabilmek, sevmek ve sevilmek ve mutluluk verebilmek özlemiyle öyle doluyum ki. Sanki bu yoğun isteğimle her şeyin üstesinden gelebilirmişim gibi hissediyorum ama, heyhat, hiçbir şey olduğu yok. Kader beni hiçbir şey yapamadan beklemeye mahkûm etmişken niçin soylu bir mücadelede yer alma gibi ateşli bir tutkuya kapıldım? Cevabı yok. Bu nerdeyse insanı çılgınlık noktasına getiren bir hayal kırıklığı.
Kadın, geleneksel annelik rolünün bir uzantısı olarak, erkek çocuğunun doğumundan yetişkinliğine kadar, onun elini sıcak sudan soğuk suya sokturmayıp tüm gereksinimlerini karşılayarak, kendisine bağımlı hale getirir, demiştim. Buna rağmen oğlunu zayıf görmekten nefret eder ve onun toplumun istediği gibi bir erkek olmasını şiddetle arzu eder. Onun kadını köleleştiren özelliklerine, gücüne, bencilliğine ve abatılı kendini beğenmişliğine tapar. Hemcinsimin bu yalpalamaları zavallı erkeği, idol ve canavar, sevgili ve hayvan, çaresiz çocuk ve dünyanın fatihi olma arasında bocalar hale getirir. Erkeği canavar yapan kadının kendi kendini aşağılamasıdır. Kadın, ancak, erkek gibi kendini merkez almayı ve kararlı olmayı öğrendiği, hayata atılma ve bunun bedelini ödeme cesaretini gösterdiği zaman özgürlüğüne kavuşabilirdi ve erkeğin tamamen özgürleşmesi de buna bağlıydı.
Bir çocuğun ruhunda gizli olan o sınırsız anlayış, şefkat ve cömertliği henüz hiç kimse keşfedebilmiş değil. Gerçek bir eğitim çabası bu hazineyi gün yüzüne çıkarmak olmalı.