Dilin genel özelliği imgeselliktir. İmgeselliğin dile-içkinliğinin kaynağı,
"sözcük tasarımlarının derinlemesine eğretilemesel, hatta simgesel olmalarıdır." Dolayısıyla, yazınsal/şiirsel imge biçimlerinin tözsel ya da öz-yapısal temeli, söz(cük)lerin, şeylerin ve görüngülerin "doğal simgeselliğinde" yatar. Örneğin, "düşmek, yükselmek, kaçmak, solmak, çıplak, örtük, görkem, derinlik, uçurum, bıçak, köprü, bağ, dağ" gibi sözcükler ya da sözcük tasarımları, "fizikseltinsel, psikolojik-gerçek simgesel tümel anlamın yoğunluğunu" gösterir. Bu bağlamda, örneğin, "yol", "dağ", "insan", "bayrak" gibi sözcükler,
salt bir nes'neyi ya da görüngüyü değil, aynı zamanda "diğer yönleri bütünleştiren ve tümel duyusal deneyimden doğan simgesel tasarımı da " anlatırlar. Bu örnekleri sınırsız ölçüde çoğaltmak olanaklıdır.
Sözcüklerin anlamlandırılmasında "simgesel öğe" ya da "tinsel tasarım"
, bir başka anlatımla, "örtük anlam aktarımı", "değişmece/eğretileme,
fiziksel anlamdan önce gelir." Simgesel ve örneksemeli tasarımlar ya da oluşturular, sözlerin/sözcüklerin içindedir. Bu açıdan bakıldığında, Jean Paul'un nitelemesiyle, dil, "solmuş eğretilemelerin bir sözlüğü" olmaktan çok, "canlı, simgesel ve örneksemeli dünyayı açımlamanın dolayımıdır."