ve bırakışın karşılığı her zaman öç almaya denk düşer derler.. sevilenin öcüdür bu, o bırakarak öcünü alır.. çünkü o zaman ayaklarının yerden kesildiğini, boşlukta kaldığını ayrımsarsın..
insan sevdiğiyle birliktedir, bu demektir ki, sevgili sevenle birlikte, dahası onun içinde hareket eder… demek istiyorum ki, biri ötekinden ayrı değildir. Başlangıçta bile böyledir bu, nerde kaldı ki, işin nihayeti..
Bazı şeyler dile getirilince büyüsünü yitiriyormuş gibi görünüyor bana. Sanırım, kafamızdaki fikirle onun dile getirilişi arasında olması gereken uyumu sağlayamıyoruz…
Tren son hızla gidiyordu.
Giden, arkada kalan şeyler, her ne varsa, geçip gitmiş oluyor ve bir anda unutulmuşluğa gömülüp kalıyordu, o görünen şey, artık bir daha asla o görüngüden görünmeyecekti, ne tuhaf!
… bulunduğu yerler dar geliyordu ona, kendini yutup bitirmiş olan kentten sıkılıp buralara gelmişken, şimdi buraya da sığmıyordu. Deniz, denizdi işte: onun da yapabileceği fazla bir şey yoktu: yapıp edeceği, bir esintiyle dalgalanmak ve sonunda yeniden durulmaktı. Başka? Hiç! Hiç! Hiç! Hiç! Hiç!
Parçalanmış yüzler, kırık kaburgalar, burkulmuş ayak bilekleri, delik deşik döşler akşamla gece arasındaki o hüzünlü alacakaranlıkta akşamdan geceye doğru yanık yağ kıvamında ağıyordu. 
Günü geldiğinde bilmediği bir adam, bilmediği dilde bir haberi verdi ona. Bütün bu bilinmezliklerden çıkarılan açık bir anlam vardı, anlamıştı. Çimenlerde gezinmekten inciniyordu. Yalnızlıktan kahroluyordu. Kelimeler. Verilmiş sözler. Hepsi gerçekliğini yitirmişti. Bunlar sanki hayatında hiç olmamıştı. Bir tek şey kalmıştı geriye: acı.