Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hoşbeş

John Berger

Hoşbeş Gönderileri

Hoşbeş kitaplarını, Hoşbeş sözleri ve alıntılarını, Hoşbeş yazarlarını, Hoşbeş yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
OTOPORTRE Yaklaşık seksen yıldır yazıyorum. Önce mektup, sonra şiir ve konuşma, sonra hikâye, makale, kitap, şimdi notlar. Yazma faaliyeti benim için hayati bir faaliyet oldu hep; bir şeyleri anlamlandırmamı ve devam etmemi sağlıyor. *** Başkaları beni isterlerse yazar diye tanımlasınlar. Kendi gözümde bir orospu çocuğuyum – hangi orospunun çocuğu olduğumu tahmin ettiniz, değil mi? John Berger
İnsan yetim oldu mu kendi ayakları üzerinde durmayı ve bunu yapmasını sağlayacak her türlü numarayı öğreniyor. Kendi işini kendi görüyor. Dört beş yaşlarından itibaren kendi işini kendi gören birisi olarak, karşılaştığım herkese kendim gibi yetimmiş muamelesi yaptım. Sanırım hala da öyle davranıyorum. Gizli bir yetimler ittifakı öneririm. Birbirimize göz kırparız. Hiyerarşiyi reddederiz. Her türlü hiyerarşiyi. Dünyanın pisliğini olduğu gibi kabullenir, buna rağmen nasıl hayatta kaldığımıza dair hikâyeleri paylaşırız. Münasebetsiziz biz, kopuğuz. Evrendeki yıldızların yarısından fazlası hiçbir takım yıldızına ait olmayan yetim yıldızlardır. Takım yıldızlarının hepsinden daha fazla ışık verirler.
Reklam
Görünürde açıklanamayan şeylerin oranı günden güne artıyor. Genel oy hakkı için siyasi mücadele anlamsız hale gelmiş durumda, çünkü yerel siyasetçilerin söylemlerinin yaptıkları ve yapabilecekleri şeylerle bir bağlantısı yok artık. Bugünün dünyasını belirleyen temel kararların hepsi, isimsiz ve siyasi anlamda dilsiz olan finans spekülatörleri ve ajanları tarafından alınıyor. On yaşındaki çocuğun öngördüğü gibi: ‘Gündelik dertlerin peşinde koşuşturmaları, karşılanmamış ihtiyaçları, ket vurulmuş arzuları adlandırmaya ya da açıklamaya kelimeler kifayetsiz kalıyor.’
Kelime dağarcığımız çok fakir olduğu için hayatta başımıza gelen pek çok şey isimsiz kalır.
Şarkılar vedaları anlatır.Şarkılar bir yokluğa söylenir!
Şarkılar akıbetleri ve geri dönüşleri, karşılamaları ve vedaları anlatır. Başka türlü söylersek: Şarkılar bir yokluğa söylenir. İlhamlarını yokluk vermiştir ve yokluğa hitap ederler. Aynı zamanda ( aynı zamanda lafı burada özel bir anlam kazanır) şarkının paylaşılmasıyla yokluk da paylaşılır ve daha az keskin, daha az yalnız, daha az sessiz bir hal alır. Bu asıl yokluğun, şarkının birlikte söylenmesi sırasında, hatta söylendiğinin hatırlanması sırasında “azalması” ortak bir zafer duygusuyla yaşanır. Bazen mutedil bir zaferdir bu, çoğunlukla da örtülü bir zafer.
Günümüzde bir topluluk genelde bir yalnızlıklar toplamıdır.Bu yüzden yöneticiler kolayca kendini kaybediyor…
Reklam
Pişmanlıklardan dem vurmayan bir ses…
Bombardımanı altında olduğumuz haberlerin bir başka faslındaysa dünyanın herhangi bir yerindeki şaşırtıcı,şoke edici,şiddet olayları ağırlıkta.Soygunlar,depremler,batan tekneler,ayaklanmalar,katliamlar.Bir kez gösterilenin yerini hemen bir başkası alıyor;duyarsızlaştırıcı bir art ardalıkla içerikleri boşaltılıyor.Hikayeler olarak değil,şoklar halinde geliyorlar.Buna medyanın seçtiği dili de ekleyelim.Her şeyi sayılara döken,nadiren işin özü ya da niteliğiyle ilgilenen bir dil.Yaşayan ya da acı çekenlerin değil,sadece sayıların dünyasına ait bir ses.Pişmanlıklardan dem vurmayan bir ses…”
Medya, insanları yaşadıkları adaletsiz dünyayı sorgulamaya sevk edebilecek bir sessizlik kalmasın diye, uyduruk ve geçici şeylerle dikkat dağıtıyor.
Zenginler şarkıları dinler; yoksullar şarkılara tutunur ve onları sahiplenir. Hayat zehir ve baldan ibarettir, demişti Evora.
Kendine acımak seni hep öfkelendirirmiş ve bir dostundan gelen bol sızlamalı bir mektuba cevap veriyormuşsun. “O halde, insan kalmaya bak. Temel mesele, insan olmak. Bu ise kararlı, dürüst ve neşeli olmak demek, evet, herkese ve her şeye rağmen neşeli olmak, çünkü sızlanmak zayıfların işidir. İnsan olmak demek, gerektiğinde tüm hayatını seve seve ‘kaderin büyük terazisine’ koymak, fakat aynı anda her aydınlık güne ve her güzel buluta sevinmek demektir.”
Reklam
..geçmişten gelen mirasımız ve tanık oldukla­rımız sayesinde, direnecek cesareti bulacak ve şimdi ha­yal edemeyeceğimiz koşullar altında direnmeyi sürdüre­ceğiz. Dayanışma içinde beklemeyi öğreneceğiz. Tıpkı bildiğimiz her dilde övmeyi, sövmeyi ve küfür etmeyi ilelebet sürdüreceğimiz gibi.
Einstein ve öteki fizikçilerin açıklamış olduğu gibi, za­manın çizgisel değil dairesel olduğunu hatırlayalım. Ha­yatlarımız bir çizgi -bugün, benzeri görülmemiş küresel kapitalist düzenin Anlık Açgözlülüğü ile kesilip atılan bir çizgi- üzerindeki noktalar değil; bizler bir çizgi üzerinde­ki noktalar değil, dairelerin merkezleriyiz.
Bu zaman zarfında gezegen aşırı derecede ısınıyor.Yeryüzünün zenginlikleri giderek daha az sayıda elde toplanıyor, insanların büyük çoğunluğu yetersiz ve kötü besleniyor ya da açlık çekiyor. Her geçen gün sayıları ar­tan milyonlarca insan, cılız bir hayatta kalma umuduna tutunarak göç etmek zorunda kalıyor. Çalışma koşulları gittikçe daha da insafsızlaşıyor.
Bombardımanı altında olduğumuz haberlerin bir başka faslındaysa dünyanın herhangi bir yerindeki şaşır­tıcı, şoke edici, şiddet olayları ağırlıkta. Soygunlar, dep­remler, batan tekneler, ayaklanmalar, katliamlar. Bir kez gösterilenin yerini hemen bir başkası alıyor; duyarsızlaş­tırıcı bir art ardalıkla içerikleri boşaltılıyor. Hikayeler olarak değil, şoklar halinde geliyorlar. Başımıza gelecek­lerin önceden kestirilemeyeceğini hatırlatıyor, hayattaki tehdit unsurlarını önümüze seriyorlar. Buna, medyanın dünyayı tanıtmak ve sınıflandırmak için seçtiği dili de ekleyelim. İşletme uzmanlarının kul­landığı dile ve mantığa çok benzeyen bir dil bu. Her şeyi sayılara döken, nadiren işin özü ya da niteliğiyle ilgilenen bir dil. Yüzdeler, kamuoyu anketlerindeki dalgalanma­lar, işsizlik istatistikleri, büyüme oranları, yükselen borç­lar, karbondioksit ölçümleri, vesaire, vesaire. . . Yaşayan ya da acı çekenlerin değil, sadece sayıların dünyasına ait bir ses. Pişmanlıklardan, umuttan dem vurmayan bir ses. . Böylece, kamusal alanda söylenenler ve bunların söy­leniş tarzı, bir tür kişisel ve tarihsel hafıza kaybına sebep oluyor. Tecrübenin hükmü siliniyor. Geçmişin ve gelece­ğin ufku bulanıklaşıyor. Sonu olmayan ve belirsiz bir şimdide yaşamaya koşullandırılmakla, unutkanlığın, ka­yıtsızlığın vatandaşları konumuna indirgeniyoruz.
21.yüzyıl ve değişen birşey yok!!!
Boyunduruğu altında yaşadığımız vurguncu finans kapitalizminin totaliter küresel düzeninde medya bizi aralıksız enformasyon bombardımanına tutuyor; lakin verilen haberler çoğu zaman dikkatimizi dağıtmak, haki­ki, yaşamsal ve acil olandan uzaklaştırmak için planlı bir saptırma. Haberlerin önemli bir bölümü bir zamanlar siyaset olarak adlandırılan şeylere ilişkin; ne var ki, vurguncu ka­pitalizmin küresel diktatörlüğü, tacirleri ve bankacılık lo­bileriyle çoktandır siyasetin yerini aldı. Gerek Sağ, gerekse Sol siyasetçiler durum böyle de­ğilmiş gibi tartışmayı, oy vermeyi, kanun çıkartmayı sür­dürüp duruyorlar. Nihayetindeyse söyledikleri hiçbir şe­ye tekabül etmiyor, bir neticeye yol açmıyor. Tekrar tek­rar terörizm, demokrasi, esneklik gibi anlamını yitirmiş, içi boşaltılmış sözcük ve terimler kullanıyorlar. Dünya­nın dört bir yanındaki halklar, bitmez tükenmez bir Belagat Dersi izler gibi bu konuşan kafaları izliyor! Saçma­lık!
1.375 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.