Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Huysuz İhtiyar

Oğuz Aral

En Eski Huysuz İhtiyar Sözleri ve Alıntıları

En Eski Huysuz İhtiyar sözleri ve alıntılarını, en eski Huysuz İhtiyar kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Aslında, Türkiye’de suratlar eskir sorunlar daim kalır. Bu nedenle de karikatür eskimiyor maalesef!..
Hayatınızda bir eşyanın dört bacağını birden kısaltmayı hiç denediniz mi?.. Ben de testereyle ilk kez denedim. Bacaklardan biri, mutlaka ötekilerden daha kısa kalıyor. Diğerlerini onun hizasına getirmek için tekrar kesince, bu kez bir başka bacak ötekilere göre yine daha kısa oluyor. Şimdi Şvarz ailesinin masa şeklinde bir yer sofraları var. Yemek yiyebilmek için yer minderine oturuyorlar. Böylece onlara atalarımızın sofra kültürünü de tanıtmış oldum. 
Reklam
“Adamın biri yolda bir fok balığı gezdiriyormuş. Onları gören bir polis, onu hemen hayvanat bahçesine götür demiş. Ertesi gün polis, aynı adamı hâlâ hayvanat bahçesine götürmedin mi demiş.” Fıkrayı tamamlamasına fırsat vermeden atıldım. “Adam da, götürmez olur muyum polis bey!.. Hayvanat bahçesine bayıldı. Bugün de sinemaya götüreceğim demiş!”
Herkesin sinir olduğu bir şey vardır. Kimi damlayan musluk şıpşıpına illet olur. Kimi tabağa sürtünen çatal sesine çıldırır. Ben de komiklik yapmaya çalışanlara hasta olurum. Hani, çevresini hababam güldürmeyi kendine görev edinen tipler vardır. “Telefon çaldı…” deseler, “Hayır telefon masumdur… Asıl hırsız olan kapı zilidir, hahhahhaay!” gibisinden her söze bir espriyle cevap vermek için yırtınırlar. Dünyadaki en müstehcen iş, gerçek komik olmadığı halde komiklik yapmaya çalışmaktır.
Reklam
Bekir’in, yürek paralayan köpekçil yazılarına nasıl tav olup, 6 yavru ve bir abla yani, toplam 7 köpek sahibi olduğumu anlatan geçen haftaki yazımdan söz ediyordu. “- A benim sarışın Urfalım… Gazetelerde her bir nanenin köşe yazarı var… Politikayı, futbolu, ekonomiyi, dış politikayı bırak sağlık köşesi, aşevi köşesi, bar köşesi, otomobil köşesi, kompüter köşesi, feminist köşesi, laklaka köşesi, kim kimi şeytti köşesinin bile yazarları var… Basın olmuş 44 köşe!.. Ama,hiçbir gazetede “İT KÖŞESİ” yazarı yok. işte biz bu vahim boşluğu doldurduk. Bekir’ciğim… Bu rağbet onadır…” dedim.
Otomotiv işletmecisi olduğunu öğrendiğim bir yupi, (genç dahi işadamı) Türkiye’deki Japon ve Amerikan arabalarının piyasa durumunu sordu. “Türkiye’de en fazla Mersedes satılır. Benim bile arabalarımdan biri Mersedes’tir.” diye cevap verdim. Tabii benim Mersedes’in 20 yıllık olduğunu, kimse almadığı için evin önünde mefluç bir şekilde yattığını bu yüzden bir Reno 11 almak zorunda kaldığını söylemedim. Mersedes lafı üzerine birkaç kişinin çatalı, ağızlarına götürürlerken havada kaldı. Çünkü Mersedes, üzerine bindirilen lüks vergileri yüzünden Amerika’da ancak çok kare milyonerlerin alabildiği bir araba. Hatta, hava basmak isteyen bazı Holivud artistleri, satın alamadıkları için Mersedesleri bir yıllığına kiralıyorlar. “Öyle değil mi Fil?” diye sordum damada. Damat Fil, 5 kıtada çalışmış bir maden mühendisi. Türkiye’deki akıl erdiremediği konuların başında da Mersedes bolluğu geliyor. “Evet, her kenar mahalle sokağında kaldırıma park etmiş en az 5 Mersedes görebilirsiniz!” dedi.
Düğünde zengin Voltır’la karşılaştık. “Türkiye, Rusya’nın güneyinde İran’la Yunanistan ortasında Karadeniz’le Akdeniz’in arasında ve başkenti de Ankara!..” dedi heyecanla. Dersini iyi çalışmıştı. “Aferin Voltır… Amerikalı bile olsa, insandan umut kesilmez!”
Hayatınızda bir eşyanın dört bacağını birden kısaltmayı hiç denediniz mi?.. Ben de testereyle ilk kez denedim. Bacaklardan biri, mutlaka ötekilerden daha kısa kalıyor. Diğerlerini onun hizasına getirmek için tekrar kesince, bu kez bir başka bacak ötekilere göre yine daha kısa oluyor.
Reklam
Yaşar Kemal‘e ne zaman rastlasam kafasında bir cümle dönenir durur. “O güzel insanlar, güzel beyaz atlara binip gittiler!” der örneğin. Sonra da bu tek cümleden 400 sayfalık bir roman çıkarır.
Yaşar Kemal‘e ne zaman rastlasam kafasında bir cümle dönenir durur. “O güzel insanlar, güzel beyaz atlara binip gittiler!” der örneğin. Sonra da bu tek cümleden 400 sayfalık bir roman çıkarır.
Nedense herkes, kaplumbağaları ağır aksak mahluklar olarak bilir. Hatta, bizim devlet işleri için, “Kaplumbağa hızıyla yürür” diye bir deyim yakıştırılmıştır. Yavaşlıkları üstüne bir alay da fıkra icat edilmiştir. Örneğin; Kaplumbağalar, pikniğe çıkmışlar. Yiyeceklerini serip, şaraplarını çıkarmışlar. Ama bir de bakmışlar ki, şarap açacağını evde unutmuşlar. “En gencimiz sensin. Bir koşu kap gel!..” demişler bir tanesine… O, bir tanesi de; “Giderim ama ben gelmeden yemeklere dokunmayacaksınız!” demiş. “Söz mü?” “Söz!” Genç kaplumbağa, bir koşu gitmiş, gözden kaybolmuş. Bir yıl yok… Beş yıl yok… Yirmi beş yıl yok… Elli yıl sonra millet iyice açıkmış. “Bu herifin kolay kolay geleceği yok! Bir şeyler atıştıralım da, midemizi bastıralım” deyip yiyeceklerden birkaç lokma almışlar. Tam ağızlarına atarken, genç kaplumbağa saklandığı çalıların arasından çıkmış. Öfkeyle; “Gitmiyorum işte!” demiş!
insanoğlunun yaşlandıkça ne denli değişebileceğine akıl sır ermiyor. Çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. Az konuşan, yazın bile lacivert ve koyu gri takım elbiseden başkasını giymeyen, çok ciddi, hatta tutucu biriydi. Aynı zamanda çok da çapkındı. Robert Mitçum’un bıyıklı haline benzerdi. Ellisini geçince, arkadaşımda ufak tefek değişiklikler olmaya başladı. Önce, allı güllü gömlekler ve kırmızı ekose pantolonlar giyindi. 25 yıllık pos bıyığını bir gün kesiverdi. Derken, taşlı yüzükler, bilek zincirleri ve kolyeler takınmaya başladı. Saçlarını uzatıp sarıya boyadı ve şekerimli, canımın içili, ayollu ve de bol cilveli bir konuşma tarzı edindi. Sesi bile inceldi… Sonunda tırnaklarına oje sürüp hafif makyaj yapar oldu. Karısı da onu boşayınca birtakım acayip heriflerle elele dolaşmaya başladı. Çok şükür bendeki değişim arkadaşımınkinin cinsinden olmadı. Ama çok daha tehlikelisi oldu… Kitap ve içkinin dışında hiçbir özel masrafı olmayan, borçtan ödü patlayan ve kötü günler için her zaman bir kenarda birikmiş üç beş kuruşu olan bendenizin şu anda milyarlarca lira borcu var. Her şey marangozluk araç ve gereçleri satan Mösyö Brikolaj mağazasına gidip de ruhumun derinliklerinde gizlenmiş olan o usta marangozu keşfetmemle başladı. Önce çekiç, kerpeten, testere ve çivi ile başlayan bu masum alışveriş, birkaç hafta içinde elektrikli tornavida takımları, elektrikli matkap takımları, elektrikli testereler, elektrikli rende ve dekupaj takımlarıyla sürdü. Artık, marangozluk aleti satın almadan duramıyordum
Satın alma keyfim, artık keyiflikten çıkıp tiryakilik, hatta bağımlılık haline dönüşmüştü.. Gecenin bir körü, uykumun en derin yerinde birden yatağımdan fırlayıp ve acele giyinip sokağa çıkmaya başladım. İstanbul’u turlayıp ne kadar açık dükkan bulabilirsem bir şeyler satın alıyordum. Eve, 20-30 sıcak ekmek ve kilolarca damardan tuzlama işkembeyle döndüğüm oluyordu. Mahallenin itleri ve kedileri bana artık evliyaymışım gibi bakar oldular. Arabamı satıp üstü kapalı küçük bir kamyonet aldım. Çünkü arabamın bagajı küçüktü ve satın aldıklarımı bir kerede taşıyamıyordum. Bu satın alma krizleri nedeniyle ekonomik durumum bozulunca mağazalardaki ucuzluk günlerini kollamaya başladım
210 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.