"Bah şimdi gözüm, gapının önüne inince bir gelin ağlatması çalacaaan tamam mı? Hemen peşinden bir hapıdı patlat, millet hemencecik dizilsin. Sonaa da, yannama, unutma. Sen de davulun çıbığını çift şıplatacaan e mi lan, hadi bakiim."
Zamanla bazı değerlerin ne kadar yıprandığını, hatta yıpranmakla kalmayıp dışlandığını, ayıplandığını, belki de kanunen suç sayılır hale geldiğini bilmiyordu. Koskocaman İstanbul'un bir mahallesinde kimin umurundaydı Ramazan'ın düğünü?
Köylü milleti dağların başında çaresizlik içinde ömür çürütüyor. Köylüye var git bildiğin gibi yaşa demişler. Amma ne zaman oy, vergi, asker lazım olsa kapımız çalınıyo. Cahil kalan köylü, emekli olmayan köylü, karnı doymayan köylü...
Anadolu köylüsü hiçbir zaman topraktan umduğunu bulamamış, umudunu da kesmemiştir. Ürün bol olur para etmez, az olur o yıl ekilmemiştir. Bu kısır döngü yüzyıllardır böyle sürüp gelmiş ve halen de böyle devam etmektedir.
Allah'tan ümit kesilmez, ekici ol da biçici olma demiş atalar. Biz emeğimizi esirgemedik; ektik, sürdük, suladık, çapaladık. Bundan gerisi Allah'a kalmış.
"Benim bayramlık ağzımı açtırma, ne zaman oğlanın derdiynen dertlendin?"
"Gardaşları var, bana ne gerek? Asıl ben ellere kalmışım şarmıta, sıracalı kocakarı."
"Şarmıta anandır moruk, koca teke, gıllı katır..."