Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Hz. Hızır Kimdir?

Nilüfer Dinç

Hz. Hızır Kimdir? Sözleri ve Alıntıları

Hz. Hızır Kimdir? sözleri ve alıntılarını, Hz. Hızır Kimdir? kitap alıntılarını, Hz. Hızır Kimdir? en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. (ANKEBUT: 29/64)
Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır.(ME’ÂRİC: 70/19)
Reklam
Başı sonu olmayan bu bilgiye tümüyle erişmeyi beklemenin bir hayalden öteye gidemeyeceği açıktır. Kıssada buna sahip olmak için peygamberliğin de yetmeyebileceğinin vurgulanması çok anlamlıdır.
Hızır ile ilgili en yaygın düşünce ise; onun ne zaman ve hangi kılık ve kişilikte insanın karşısına çıkacağı bilinmediği için ihtiyacı olanları geri çevirmemek, her gelen misafire hizmet etmek şeklindedir. Hızır’ın kim olduğu ise çoğu zaman sonradan anlaşılır. Hızır’ın kim olduğunun ilk başta belli olmaması nedeniyle “Her vaktini hazır bil, her gördüğünü Hızır bil” sözü herkese aynı saygı ve yardımın gösterilmesi anlayışının ifadesi olarak sıklıkla kullanılır.
Su kültü Eski Türk inançları içinde de çok önemli bir yere sahipti. Türklerin suya kutsiyet atfetmeleri beraberinde başka adetleri de getirmişti. Eski inançlara göre yüksek dağlar ve pınarlar iyi ruhlara ait yerlerdi. Bu nedenle bu yerlerde Tanrı’ya dua edilir, kurbanlar kesilirdi. Türk mitolojisinde Altay Yaratılış Destanı’nda başlangıçtaki sonsuz su motifi şu şekilde geçer: (16) Dünya bir deniz idi, ne gök vardı, ne bir yer, Uçsuz bucaksız, sonsuz sular içreydi her yer. Tanrı Ülgen uçuyor, yoktu bir yer konacak, Uçuyor, arıyordu, bir katı yer, bir bucak. Kutsal bir ilham ile nasılsa gönlü doldu, Kayıptan gelen bir ses, ona bir çare buldu.
Hızır üç temel olayla hayat dersi veriyor Hz. Musa’ya; önce maddi bir zarara uğratıyor (gemini delinmesi), sonra kabullenilmesi en zor manevi acıyı yaşatıyor (çocuğun öldürülmesi) ve tüm bu zalimce görünen eylemleri yaptıktan sonra gidip karşılıksız bir iyilikte (duvarın tamiri) bulunuyor.. Birbiri arkasına gelen ve bir- birinden karmaşık bu olayları görünen anlamlarıyla değerlendirmek o kadar zor ki... Hızır’ı anladım demeden önce, kendi hayatımızda canımızı yakan en ufak bir olaya karşı ilk andaki tepkimize bakalım, o an Hızır’ı hatırlayabiliyor muyuz?
Reklam
Alevilik ve Bektaşilikte Hızır
Alevi ve Bektaşilerde eve gelen misafirin Hızır olabileceği inancı, misafire özel önem verilmesine neden olmuştur. Eve gelen misafire Hızır veya Hz. Ali gelmiş gibi hizmet edilir. Eski geleneklerde her tekke ve evde“Gaip Erenler”hissesi için biraz yemek ayrılır, gelen misafirlere ya da fakirlere verilirdi.
Bir adam haksız yoldan kazandığı parayla kendisine bir inek alır. Daha sonra, yaptıklarından pişman olur ve bunu biraz telafi edebilmek için Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergâhlar aynı zamanda aşevi işlevi görmekteydi. Durumu açıklayınca Hacı Bektaş Veli ‘Helal değildir’ diye kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam, Mevlevi dergâhına gider ve durumunu Mevlâna’ya anlatır. Mevlâna ise hediyeyi kabul eder. Adam Hacı Bektaş Veli’ye aynı şeyi anlattığını, ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlâna’ya bunun sebebini sorar. Mevlâna: Biz bir karga isek Hacı Bektaşı Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz, ama o kabul etmeyebilir. Adam bu sefer Hacı Bektaş Dergâhı’na gider ve Hacı Bektaş Veli’ye, Mevlâna’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip sebebini Hacı Bektaş Veli’ye sorar. Hacı Bektaşı Veli şöyle der: Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlâna’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir. Karşılıklı bir tevazu gösterisinin ötesinde, olaylara farklı açıdan bakıldığında nasıl farklı bir yönünün görülebileceğini göstermesi bakımından da önemli olan bu sufi hikâyesinden sonra Mevlâna’nın Hızır’la ilgili görüşlerine geçelim...
Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır. (YUSUF: 12/76)
“At ve üzengi, deniz kıyısına kadar gider. Ondan sonra tahtadan bir at gerek. Aklın seni Padişah (Allah) kapısına getirinceye kadar iyidir. Aranır ve istenir. Fakat Kapı’ya geldiğin zaman sen onu boşa. Çünkü o artık senin için zararlıdır, yolunu keser. O’na ulaşınca kendini bırak, artık senin nedenle niçinle ilgin kalmamıştır.” (Mesnevi, VI, 696, 4633)
Reklam
kıdır-hızır
Buraya kadar adlarını saydığımız kutsal kişilerin ve bunların fonksiyonları birbirleriyle örtüşmektedir. İslamî dönemde ortaya çıkan inançlarla Eski Tükler’in Gök Tanrı Dini çevresinde oluşan inançlar fonksiyonları bakımından da birbirine benzemektedirler. Değişen sadece isimler olmuş buna karşılık inancın ifade ettiği olgu hep aynı
Hızır varlığımızın içinde “Sonsuz Olan”la irtibatımızı sağlayan arşetipsel bir kimliktir. O ölümsüzdür, ebedidir. Tüm söylenceler, efsaneler insanın sahip olduğu bu özelliği hatırlatmak içindir. O bazen bir arkadaş, bazen esrarengiz bir yabancı olur ya da bizzat kendimiz Hızır oluruz.
Hz. Musa Hızır’a serzenişte bulunurken, kendi akıl yürütmesiyle iyikötü çerçevesinde olayı ele alır. Hızır ise bilgisine göre hareket eder. Görünenin arkasın- da görünmeyen etkilerin olduğunun, duyulara güvenerek yargılarda bulunmanın eksik olduğunun dersini verir. Bilgi ile davranışın, vicdan ve sevgiyle davranıştan üstünlüğünü gözler önüne serer. İyi kötü perspektifinden bakıldığında Hızır başka bir iyi ve kötüyü gösterir; bize iyi gelenin kötü olabileceğini, kötünün iyi olabileceğini.. Dünyasal düzlemden bakarsan bu şekilde, biraz yukarıdan bakarsan kötünün ardında iyi var ve daha yukarıdan baktığında aslında tek bir şey var. Ancak bu dualist sistemde bunu bu şekilde ifade edebiliyoruz, aksini tam anlamıyla idrak etmek bu zaman ve mekanda çok zor. Bu bilgiyi hiç akıldan çıkarmadan, farkındalık kapasitemizin genişliğini düşürmeden yaşamak ancak bu içselleştiği zaman mümkün olabilir. Bu durum zaten öyle bir dönüştürücü bir andır ki, algıyı bir an için bile olsa başka bir yöne çevirmek mümkün olmaz.
Hızır Hz. Musa’nın sabredemeyeceğini de baştan biliyor ve uyarıyor, “anlamadığın şeye nasıl sabredeceksin?” Anladıktan sonra sabretmek kolay zaten... Hakikati gördükten, bildikten sonra sabıra ne gerek var, orada zaten sabırın yeri de yok, gereği de yok. Sabır bu dünyanın bilgisi, burada lazım. Hızır bu dünyayı da, sabrı da, Hz. Musa’yı da biliyor ve sabredemeyeceğini de... Çünkü yasayı uygulayan o, Hz. Musa ise o yasaya tabi. Bir yasayı uygulayabilmek için onu kapsamak gerekir. Kapsadığın şeyi kullanabilirsin, kapsandığın şeyden beslenirsin.
Hz. Musa’yı şaşırtan bu olayların benzerleri kendi hayatımızda ya da yakınlarımızda olmuştur ya da olacaktır.. Biz de demek ki aynı yolculuktayız, öyleyse biz ne yapıyoruz? Bilmiyorduk diyemeyiz... Hz. Musa’yı Hızır’ın yolun başında uyarması gibi bizim için de bugüne kadar söylenmemiş bir gerçek kalmamış; tüm kadim öğretiler, semavi dinler, ”Kendini tanı” demiş, ”sabrı” öğütlemiş... Hızır’ın Musa’ya öğüdü gibi...
16 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.