Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Tasavvuf Açısından Manevi Değerlerimiz

İçimizdeki Dünya

Dilaver Selvi

İçimizdeki Dünya Gönderileri

İçimizdeki Dünya kitaplarını, İçimizdeki Dünya sözleri ve alıntılarını, İçimizdeki Dünya yazarlarını, İçimizdeki Dünya yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kalp, zikir, tefekkür ve taatla incelip yumuşadigi zaman parlak bir ayna gibi olur. Melekut aleminin nurlari oraya yansıdığını göğüs aydınlanır ve o nurların şualariyla dolar. O zaman kalp gözüyle Hak Tealanin nurlarini müşahadeye sevk eder. Kul, bu nurlari müşahade edince, elde ettiği safa ve safilikle tam olarak süslenir ve yucelir. İşte o zaman bu kalp Allah Tealanin özel olarak nazar ettiği bir yer olur. Cenabı Hak o kalbe her nazar edisinde kalbin sevinci, sevgisi ve şerefi artar. Mevla onu rahmetiyle kuşatır, içinden sıkıntıyı giderir ve manevi ilimlerin nurlariyla doldurur.
Ey derviş, eğer bu manevi yolda bir iş yapacaksan, önce Hakka ulaşmada sana engel olan bütün dünya işlerini terk edip putları kırman gerekir. Bir yön ve kıblen olmalı. Tek hedefe kilitlenmelisin. Gönlünü başka şeylerden çekip boşaltman lazım. Sonra bir Kamili Mürşidin sohbetine katılıp yıllarca nefis mücadelesi yapman gerekir ki, gonul aynan tertemiz olsun, saflasip akis verecek hale gelsin. İşte yapacağın bu işler nura ulaşmanın başlangıcıdır. Gönlün temizlenince billur gibi parlak ve aydınlık olur, işte o zaman gönlünde Allahın nuru belirir. O nurla kainata baktığında Allahın herseyle birlikte olduğunu görürsün.
Reklam
Kul ile Hak arasındaki perde, masivadir. Masiva, Allah rızasının dışındaki her şeydir. Allah için olmayan her sevgi ve sevgili kalbi yaralar ve perdeler. Gönüle yerleşen bu sevgiler kuvvetlendikce yara buyur, perde kalınlaşır. Bütün kötü niyetler, haram işler, faydasız konuşmalar bu yarayı çoğaltır. Ne kadar zahmet ve meşakkatli olsa da onları kalpten uzaklaştırmak gerekir. Harama bakmak, sakıncalı türkü ve şarkılar dinlemek, gönle yerleşmiş bu sevgileri canlandırır, nefsani duyguları harekete geçirir.
Yaşamakta olduğumuz hayatın bazı demlerinde Rabbinizin özel rahmet tecellileri olur. Dikkatli olun ve bu rahmetten yararlanmaya bakın
Sayfa 100Kitabı okudu
Nura Duyulan İhtiyaç
Nur, kalp için hava ve su yerindedir. Hava ve susuz hayat olamayacağı gibi, nursuz kalp de ölür.
Sayfa 36 - Hoşgörü Yayınları
Velayet nuru
“Eğer Cenab-ı Hak, velilerinin kalbinde parlayan nurunu açığa çıkarsaydı, güneşin ve ayın velilerin kalplerinde parlayan nurun içinde kaybolup giderdi. Güneş ve ayın ışığı tutulur, Allah’ın velilerinin kalplerindeki nurların ise tutulması, perdelenmesi ve kararması yoktur.”
Sayfa 34 - Hoşgörü Yayınları
Reklam
Yüce Allah’ı tanımaya mârifet dedik. Mârifet, muhabbeti; muhabbet, teslimiyeti; teslimiyet, sevdiğine karşı edep ve itaati gerektirir. Bu itaat; özde, sözde, görünür görünmez bütün hallerde gerçekleşince insan vefa ve sefa sahibi olur. Bu hal, hayatın gayesidir. Dinimiz, Rabb’imize karşı edepten ibarettir. Edep, yüce Allah’ın razı olduğu halde olmak ve onun isteklerine uymaktır. Mârifet, mü’minin ana sermeyesi, edep ise süsü, şiârı ve şerefıdir. Bunların dışındaki her şey boştur, vebaldir, zarardır. Bütün âşıklar ve akıllı insanlar, onları elde etmeye can atmışlar, bu uğurda canlarını vermişlerdir. Bu âşıklardan biri de Hz. Ali’dir (na). O, demiştir ki: “Küçük çocukken ölüp Cennet’in en yüksek yerlerine ulaşmak beni fazla sevindirmez. Beni sevindiren, onu tanıyarak ölmemdir. Bunun için yüce Allah’tan beni uzunca yaşatıp kendisini tanıtmasını isterim.”
Başa Gelenlere Gönül Gözüyle Bakabilmek İnsanın başına şu dört durumdan biri gelir: nimet, mihnet, musibet, masiyet. Nimete ulaşınca şükretmelidir. Mihnete ve sıkıntıya düşünce sabretmelidir. Musibete uğrayınca elden gelen tedbiri aldıktan sonra ilâhi takdire rıza göstermelidir. Masiyeti yani günahı istiğfar ve tövbe ile temizlemelidir. Bunları yapan kul, her halde Allah’a yaklaşmış ve başına gelen her şeyden hayırlı bir sonuç almış olur. Aksi durumda, acı-tatlı her şey zarar sebebi olur. Aslında kula sıhhat gibi, hastalık da kalbini Allah’a bağlamak için verilmiştir. Zenginlik gibi fakirlik de Cennet’e götürme sebebi yapılmıştır. Galibiyet gibi mağlubiyet de kula mârifet ve edep kazandırsın diye takdir edilmiştir. Bütün bunların bir hesabı ve hedefi vardır. Olaylara gönlün bakışı önemlidir. Yani işleri tatlandıran veya acılaştıran gönüldür. Allah ile hoş olmuş güzel gönüller her şeyde bir güzellik arar; ağzına acı konsa, onu bal niyetiyle yutar. Günah ile kararmış ve tadını kaçırmış gönüller ise Cennet’e girse kusur arar. Ta ki tövbe edip Allah diyene kadar!
Yüce Allah’ın bütün hüküm ve işlerinde tek hedef vardır. O da yüce varlığını tanıtmak ve bütün âlemlerde tek ilâh olduğunu göstermektir. Bu âlemde olan her şey, onu var edene bir alâmettir. Onun her işinde bir fayda ve hikmet saklıdır. Allah, acı-tatlı her yolla kulları kendisine davet etmektedir. Allah, melekler gibi şeytanları da kendine yönelme, rahmetine sığınma, affına koşma sebebi yapmıştır. Cennet’i de Cehennem’i de terbiye için yaratmıştır. Birisi sevgi, diğeri korku yoluyla kulu Rabb’ine sevk eder; ebedi saadet sebebi olur.
Mü’min, insanların iradesinin dışında olup biten hiçbir iş için “kötü” ifadesini kullanmamalıdır. Mesela, “Ne kötü hava! ”, “Berbat bir yağmur."; “Baş belası rüzgâr!" “Nefret edilecek sıcaklar! ” gibi, ilâhi tecelli ve takdire itiraz manası taşıyan sözlerden uzak durmalıdır. Bunun yerine, “İyi bir soğuk!" “Güzel bir yağmur!”, “Şiddetli bir rüzgâr!” “Ateş gibi sıcak hava! ” şeklinde hem vakıayı haber veren, hem de onları sevk ve idare eden yüce Zât’ın tercihine hürmet ifade eden sözler kullanmalıdır. Mü’minin edebi bunu gerektirir. İyi-kötü ayırımı insanların işlerinde olur. Bütün işlerin iki yönü vardır. İşler bir yönüyle yüce Mevlâ’ya aittir. Diğer yönü kullara bakar.
Reklam
Ancak, tarihte ve günümüzde pek çok insan, işlediği kusur ve günahlar için birtakım özürler ileri sürerek derler ki: “Biz Allah’ın iradesi dışına çıkamayız. Yaptıklarımızı Allah dilemeseydi biz yapamazdık. Her şey bir kadere bağlıdır. Biz, kaderin çizdiği yolda gidiyoruz.” Bu sözler, doğrudu; fakat onlar kulun işlediği günahlarına karşılık kendini haklı, mazur veya mecbur göstermek için ileri sürebileceği bir özür değildir. İnsan bu şekilde yalnızca kendisini avutmuş ve kandırmış olur. Bu tür düşünce ve sözler, şeytanın süslemesi, vesvesesi ve oyunudur. Mükellef insan, kendisini nura, hayra, taate, ibadete, Cennet’e ve Allah rızasına çağıran davetçiye uymuyor; fakat şeytana' kulak verip şerre koşuyor. Sonra da “Kader böyle, ben ne yapabilirim ki?” diyerek kendini geri çekip kaderi öne sürüyor. Bu halde bile yüce Rabb’i insanı bırakmıyor. Ona acıyor, yoluna ve nuruna davet ediyor, tövbesini bekliyor, affını müjdeliyor, Cennet’ini vaat ediyor. Ama isyankâr insan, davet edildiği rahmet kapısını kendi üzerine kapatıyor, ona sırtını dönüyor. Ardından, “Ben o kapıdan kovuldum, mahrum oldum, ne yapabilirim ki, elimden ne gelir?” diyor. Bu, insanın kendine zulmetmesi, âdeta canına kıymasıdır. İsyana dalıp: “Ben ne yapayım, kaderim bu!” demeyi ne iman, ne ilim, ne akıl ne de tecrübe kabul eder. İman, Allah’a teslimiyeti, sevgiyi, saygı ve itimadı istiyor.
'Büyük ârif Ahmed İbn Acibe der ki: “Cenâb-ı Hak insana kafasında iki göz vermiştir; insan onlarla maddî şeyleri görür. Allah Teâlâ kalbe de, manevî şeyleri göreceği iki manevî göz vermiştir. Baş gözüne, “basar”; kalp gözüne, “basiret” denir. Kalp gözünün biri şeriat nurlarını, diğeri ise hakikat sırlarını görür. Bazen kalbi, inkâr zulmeti kaplar, kalbin iki gözünü birden örter. Bu hâl, basiretin kör olmasıdır. Bazen kalbi, günahların, nefsani hazların peşinde koşmanın ve hevaya uymanın karanlığı kaplar; bu durumda hakikat gözü kör olur, şeriat gözü zayıflar. Onların ilacı, hakikat gözünü mârifet nuruyla açmak, şeriat gözünü ise günahlardan korumaktır, O zaman kalp, görmeye başlar. Bunun için de kula bu mârifeti ve edebi kazandıracak ârif bir şeyhin sohbeti (manevî terbiyesi) gereklidir.”229 ' 229 İbn Acibe, el-Bahrü'l-Medid, 3/ 306.
İbret: Bir gün, İmam Azam’ın hocası Hammad, ona: “Evladım, akıl nedir, akıllı kimdir?” diye sordu. İmam Azam, o zaman henüz gençti. Biraz düşündü ve sonra: “Efendim, iyiyi kötüden seçmeye akıl; bu aklı taşıyana da akıllı denir?” dedi. Hocası Hammad: “Bu yeterli bir cevap değildir; çünkü hayvanlar da bir dereceye kadar iyi ile kötünün arasını seçebelir. Mesela, bir hayvan, kendisine yiyecekle gelenle sopayla geleni fark eder! Yiyeceği görünce koşarak gelir, sopayı görünce kaçar.” dedi. Bunun üzerine, İmam Azam, hocasına: “Efendim, sorunuzun cevabını siz lütfedin.” deyince, üstadı şu cevabı verdi: “Gerçek akıl, iki iyi ve faydalı şey bir araya gelince, hangisinin daha iyi ve daha faydalı olduğunu bilip seçmektir, asıl akıllı da bu seçimi yapan kimsedir.” Aklın, dengede olanı en iyisidir; ahmak gibi, haddi aşan, ölçüsüz işler yapan, kendini beğenen, insanları küçümseyen, hakka boyun eğmeyen, her işinde isrâfa giden dahiler de dinimizce yerilmiştir.
Bize fayda verecek olan şey, aklımızı nefsimize ve hissimize değil, ilahî nura, Kur’ân’a, sünnete ve hikmete tâbi etmektir. Akıl, bize Hakk’a delil olsun diye verilmiştir. Onu batıla destek için kullanmak, nimete nankörlüktür. Büyük ârif, Şihabüddin-i Sühreverdi der ki: “Kimin aklı nefsi tarafına çevrilmiş, yani ters yöne döndürülmüş ise o kimse, aklını eşya ile meşgül edip dağıtır ve dengesini kaybedip hidâyet yolunu şaşırır. Kimin aklı istikamet üzere ise basiretle desteklenir; kâinatın yaratıcısına yol bulur. Sonra, kâinat ve kâinatı yaratanla ilgili bilinecek kısımları tam olarak elde ederek hem yaratanı hem de yaratılan kâinat ve eşyayı tanır. İşte bu akıl, doğru yolu bulacak akıldır. Bu durumda akıl, sahibini, Allah Teâlâ’nın sevdiği şeylere yönelmeye sevk eder ve Allah Teâlâ’nın kötü gördüğü işlerden de men eder. Böylece kul, devamlı Allah Teâlâ’nın sevdiği şeylere tâbi olur ve onun gazabına sebep olacak şeylerden sakınır. Akıl, dosdoğru olup basiretle desteklenince sahibini hidâyet yoluna sevk eder ve batıl yoluna set çeker.”224/ 224 Sühreverdî, Avarifü’l-Meârif-Gerçek Tasavvuf, s. 591.
Bir ârif der ki: “Ya Rabbi, seni bulan neyi kaybetmiştir? Seni kaybeden neyi elde etmiştir?”217 Akıllı kimse, şerefi, Mevla’sına kullukta arar. Bu kulluğu seçen gönlün tadı, aşk ile hizmet yapmaktır. Zevki, cemale bakmaktır. Neşesi, her şeyin önünde, içinde ve sonunda yüce Allah’ın tecellilerini görüp zikre dalmaktır. İrfanı, maddeden manaya, sebepten müsebbibe, kesretten vahdete yol bulmaktır. Yani kime, neye ve nereye baksa onda yüce Allah’ın kudret, hayat ve rahmet tecellisini görmektir. Aklımızı kullanalım da eşyaya kul olmayalım. Bu nur elimizden alınmadan Allah diyelim, Allah! Her insan aklıyla ölçülür. İnsanın ne kadar akıllı olduğu, edebinden ve amelinden anlaşılır. Hadiste belirtildiği gibi, aynı miktar namaz kılan, zekât veren, hac yapan kimselere, kıyamet günü aynı sevap verilmez; her birine akıl derecesine göre yani ibadetteki mârifeti, şuuru, edebi ve ihlâsına göre sevap verilir.218 --------- 217. Söz, Ibn Ataullah-ı Iskenderı ye aıttır. Açıklaması için bk. Ibn Acibe, İkâzü'l imem fi Şerhi’l-Hikem, s. 533 (Beyrut 2005, l. Baskı). 218 'Ilgili hadisler içir bk. Beyhakı, Şuabu l-Iman, nr. 4637-4638.
35 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.