Malik bin Dinar (r.a) der ki: Birgün güvercinle beraber bulunan bir kargayı gördüm ve cinsleri ayrı olan bu iki kuşun arkadaşlık yapmalarına hayret ettim. Bunların şekli bir olmadığı halde nasıl ittifak ederler diye düşündüm. Sonra ikisi de uçtu. Bir de ne göreyim, ikisi de topal imiş! İşte onları birleştiren cihet budur!
Huzeyfe (r.a) ölüm döşeğinde iken şöyle demiştir: Bir dosttur ki fakirlik üzerine geldi. Gelmesinden pişman olan kurtulmasın. Yârab! Eğer katında fakirlik zenginlikten, hastalık sıhhatten, ölüm yaşamaktan daha sevimliyse ölümü bana kolaylaştır ki sana kavuşayım.
Halk için galib âdet şudur ki: Kalbleri Allah'ın zikrine ancak şiddetli ihtiyaçları olduğu ve yorucu felâketlere maruz kaldıkları anda yönelir. Çünkü insanoğlu herhangi bir şerre maruz kaldığı zaman, uzun uzun dualar yapar durur. Binâenaleyh şiddetli ihtiyaç insanoğlunu duâya muhtaç eder. Duâ ise, kalbi yalvarma ve yakarma ile Allah'a döndürmektedir. Böylece duâ ile ibâdetlerin en şereflisi olan zikir meydana gelir. İşte bu sırra binâendir ki, belâ, peygamberlere (a.s.), sonra Allah'ın veli kullarina, sonra mertebece daha düşük olanlara ve onlardan sonra gelenlere isabet etmektedir. Çünkü belâ, yalvarış ve yakarış ile kalbi Allah'a yöneltir. Ferdi Allah'ı unutmaktan alıkoyar.
Sahabe ve tâbiîn hayatları için șâyet nefsin, "Canım onlara bakma, onların zamanındaki imkânlar başka idi. Sen zamanındaki insanlara bak. Sen şimdi onlar gibi yapmak istersen, sana deli derler, seninle alay etmeye başlarlar. Sen, zamanındaki insanlar gibi olmaya çalış.. Musibet umumileştiği zaman kolaylaşır, derse, sakın onun tesvilâtına aldanma. Ona de ki, bir memleketi sel bastığı vakit, işin içyüzünü bilemedikleri için buna aldırış etmeyip herkes yerinde otursa, buna karşılık senin bir kayığa binerek oradan uzaklaşman mümkün olsa, durur musun? diye sor. Tabii bu zamanda gemisini kurtaran kaptan. Herkes başının çaresine bakar. Şübhesiz nefsinin de sana söyleyeceği, boğulmaktan kurtulmak için kimseye bakmadan başımın çâresine bakarım diyecektir. Halbuki boğulmanın acısı, nihâyet bir saat sürer. O hâlde her an karşılaşacağın ebedi azabdan nasıl kaçmazsın? Sonra belâ umumileştiği vakit nesi kolaylaşır? Herkes kendi acısı ile meşgul iken başkasından ne haberi olur? Kâfirler zamanlarındaki adamlara uymakla helâk olmadılar mı?
Hz. Aişe (r.a) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamberin (s.a.v) vefat edeceği gün geldiğinde, o günün öncesinde Hz. Peygamberin hastalığında hafifleme görüldü. Bunun üzerine ashabın erkekleri sevinç içinde evlerine dağıldılar. Hz. Peygamberi (s.a.v) ziyaret etmek için, kadınlara fırsat verdiler. Biz Hz. Peygamberin yanında bulunduğumuz bir anda ki hiçbir
"Seleften biri: " Medhedilmekten dolayı sevinen kimse, şeytanın kendisine hulul etmesine imkan vermiş olur." demiştir. Başka biri de: " Bir kimse sana " ne iyi adamsın " dediği zaman, " ne kötü adamsın" dediğinden daha çok sevinirsen, aslında sen kötü insansın. " demiştir. Şayet, " Sen ne iyi adamsın" dediği zaman, doğruyu söylüyorsa, senin bel kemiğini kırmış sayılır. Nitekim adamın biri Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve sellem)'in huzurunda başka birini övdü. Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve sellem):
<< Senin medhettiğin adam, burada bulunup dediklerini kabul etse ve bu hal üzere ölse, Cehennem'e girerdi.>> buyurdu. Yine Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve sellem) medheden bir adama:
<< Yazıklar olsun sana, adamın belini kırdın. Eğer seni duysaydı Kıyamete kadar iflah olmazdı.>> buyurdu. Başka bir hadisde de şöyle buyurulmuştur :
<< Dikkat edin, birbirinizi medhedip durmayın. Böyle meddahları gördüğünüz zaman, onların yüzüne toprak serpin.>>
Bu sebebden Sahabe-i Kiram medhetmekten ve bundan doğacak fitneden son derece sakınırlardı. "