Hayatın aldatıcılığında öyle bir sihir var ki, istikbal bize çektireceği bütün felaket ve uğursuzlukları tesirli bir konuşmayla yüzümüze bağırsa, yine müthiş kastını anlamak istemeyeceğiz…
Ne deyi ki bu herif?”
“Mastiha deyi. Hani oğlan, dayımız bizi geçende orada iş görek diyi bir dügüne götürmedi midi? Efendiler beyaz bir su içip de türkü çağırmidiler mi? Ahan son birbiriyle kavğa etmediler midi? Sirkeci taraflarında herifler içip içip çıldırmiler mi? İşte bu adam isti ki biz de ondan içek.”
Mahir, İrfan’ın kulağına eğilerek:
“Bu herif bizimle eğleni mi ki?”
“Ben ne bileem? Bizi nazik şehir uşağı sanı da, kuşlara yem verir gibi ufah tabahlara çimdik çimdik ehmeh koyiyi, dört tane fasulye koyiyi, bir adama birer zeytin koyiyi.
Arhadaş disene ki bu herif bize bir iki okka ekmek getire. Hep bunları dişlerimizin kovuhlarına koysak yine doldurmaz. Acıhdıh. Biz taze şehirli değilih, Anadolu uşağıyıh..
Ne ittiğini bildiğim yoh a. Üç zeytuna yirmi kuruş verilir mi ki? Bu bolluğu nerede buldun? Bâb-ı Âliye’de beş kuruşluh piyazla ciğer kebabı yiseh eşek gibi toyarıh