Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İnsan İnanan Bir Varlık

Yılmaz Özakpınar

İnsan İnanan Bir Varlık Gönderileri

İnsan İnanan Bir Varlık kitaplarını, İnsan İnanan Bir Varlık sözleri ve alıntılarını, İnsan İnanan Bir Varlık yazarlarını, İnsan İnanan Bir Varlık yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Hayat durmuyor
Hayat durmuyor, akıyor ve bizden her an en doğru kararı ve en uygun eylemi talep ediyor. Bu nedenle, hayat rastgele yapılan eylemlerle yürümeyeceği gibi tereddütlerle de yürümez. Hayatın akışı içinde gerekli zamanlarda mümkün olan en uygun eylemler kararlaştırılmalı ve yapılmalıdır.
Reklam
bir inanca bağlanmak
Çünkü insanın ruhi belirsizliğinin çaresi ve toplum hayatının temeli aynıdır: bir inanca bağlanmak.
Kendi ruhunda manevi hürriyetini kazanmayan, siyasi hürriyetini savunamaz.
Sayfa 115Kitabı okudu
Ne sorulmuş olduğunu bilmeyen cevabı yorumlayamaz. İnsanın sorduğu sorular, yaşadığı devre, başına gelenlere, okulda hangi öğretmenler elinde yetiştiğine, okul dışında kimlerle temasa geldiğine, akıl gücüne, düşüncelerini ne kadar titiz bir ısrarla ve ne kadar inatçı bir sabırla takip ettiğine ve ömrünün müsaadesine göre değişir. Nitekim filozofun
Sayfa 106Kitabı okudu
İnsanın, tasavvur etme, imkânını düşünme yeteneğinde olduğu sıfatın sahibi olan Varlık hakikat olamaz mı? O Varlık vahiy yoluyla insanlara hitap ederek kendini bildirme yolunu seçmiş ise, vahyin hakikat olduğu hangi kanıta göre reddedilecektir? Vahyin hakikat olduğunu kabul etmenin insan hayatında yapacağı muazzam manevi ve sosyal değişiklik, ona alternatif olabilecek hangi daha mükemmel hakikatle sağlanabilecektir? Bu soruları tatminkâr bir şekilde cevaplamadan, insanın kendi tasavvur yetisinin açtığı bir âlemle ilgisini kesmesi kendi ruhunu güdükleştirmek demektirA
Sayfa 102Kitabı okudu
Reklam
Bilimde nasıl değişken olaylar bir merkezi kavramın açıklayıcılığı çerçevesinde birleştiriliyorsa, yaşanan hayattaki deneyimlerin de bir anlam ifade etmesi için dağınık kalmaması, bir merkezi değer etrafında yerli yerine oturtulması gerekir. İnsan ruhu tutarlılık ve bütünlük içinde huzur bulabilir. Çözümlenemeyen iç çatışmaları, ruha ıstırap verir. Ruhen sağlıklı her insanın hayatını yöneten bir merkezi değer vardır. Şahsiyetin bütünlüğü içinde başka bütün değerler onun çatısı altında yapılanır. İnsanın ruhunda barındırdığı değerler, derin duygularla beslenir. İnsanda vatan duygusu, güzellik duygusu, iyilik duygusu, şeref duygusu, nezaket duygusu, vefa duygusu, sadakat duygusu, aşk duygusu, temizlik duygusu, aile duygusu, menfaat duygusu, güçlü olma duygusu, merhamet duygusu gibi duygular olabilir. Bu duygulardan biri ya da birkaçı ağırlık kazanarak bireyin iradesine hâkim olursa, onun karakterini belirleyici bir etken olur. Çünkü çeşitli derecelerde insanın duyabildiği diğer duygular, o hâkim duygu etrafında yapılanır ve ona tâbi olur.
Beethoven
“İç çatışmalarını çözümlediğini haber veren Yedinci Senfoni'yi bitirdiği yıl şunları yazıyordu: “Ey Kadir-i Mutlak Varlık! Koruda kutsanmış bir bahtiyarlık içindeyim. Koruda her canlı mutlu. Her ağaç seni söylüyor. Allahım! Koruluklarla kaplı bu arazide ne büyük bir ihtişam var. Yüksekliklerde huzur var; Yüce Varlığın hizmetinde olmanın
İnsan belli bir mizaçla dünyaya gelir. Fakat hayatını kararlaştıran ve eylemlerini seçen bir canlı olduğu için, yaşadığı hayatla ve seçtiği eylemlerle doğuştan getirdiği mizaç üzerinde karakterini inşa eder. Mizaç fizyolojiye, karakter ahlâka dayanır. Bir insan sakin ve yumuşak tabiatlidir, bir başkası heyecanlı ve serttir. Ahlâk açısından önemli olan, sahip olduğu mizaçla insanın ne yapmaya karar verdiğidir. Hazreti Ömer'in, Müslüman olmadan önce, galeyana gelip Hazreti Muhammed'i öldürmek niyetiyle evden fırlayacak kadar heyecanlı ve sert bir tabiati vardı. Ama o, Müslüman olduktan sonra aynı heyecan ve aynı sertlikle İslâmiyetin düşmanlarıyla mücadele etti ve adaleti korumak için öne çıktı. Bir insan, ihtiraslı ve aceleci bir mizaca sahip olmayı kendisi ayarlamamış olsa da, o mizaçla yapacağı eylemlerin hangi istikamette olacağına kendi karar verir. Apaçık iyilik ve apaçık kötülük arasında hayat, bir sürü karakter nüansları sergiler. Deneyimler, deneyimlerden soyutlanan bilgiler ve o bilgiler ışığında yapılan seçimler hayatı oluşturur. Herkes içinde bulunduğu somut durumlara göre deneyim kazanır, bilgi çıkarır ve eylemlerini seçer. Fakat deneyim kazanmanın sonu gelmediği için insan sürekli bir değişim gösterir. X
İşin esasına bakılırsa, bir bilimsel teori desteklendiği zaman, biz onun tasvir ettiği sistemin doğada gerçekten var olduğunu kabul ediyor değiliz. Bu metafizik bir iddia olurdu. Yaptığımız şey, öyle bir sistemi varsayarsak, olayların bizim için anlaşılır hale geldiğini kabul etmektir. Tasarladığımız o sistem sayesinde, olguları karmakarışık ve kestirilemez görmek yerine, belli bir düzen içinde ve belli bir olasılık derecesinde kestirilebilir olarak görüyoruz.
Reklam
Gerçeğin kendisi gözlenebilir değildir. Bilim insanının yaptığı gibi bir yargıç da gerçeği kendi zihninde inşa eder. Gerek bilim insanının durumunda gerek yargıcın durumunda gerçek, hükümle kanıtlar arasındaki tutarlılıktan ibarettir. Bu demektir ki daha sonra elde edilecek başka bir kanıt önceki kanıtları yepyeni bir ilişki içine koyarak daha önce verilmiş olan hükmü değiştirebilir. Yargıç, önceki hükmünde yanılmış olabilir. Bir yargıç, sübjektif hislerine göre değil, vereceği hükmün kanıtlarla uyuşma derecesine göre hüküm verir. Buna rağmen hüküm verme sürecinin mantığı gereği, objektif davranmak gerçeğe erişmenin sadece şartıdır, teminatı değildir. Bilimde de durum aynıdır/
Deneyimsiz kişi, bilgiler öğrenmiş olsa da bilgilerden bir şey öğrenmemiştir. Duc de la Rochefoucauld'nun tespiti bu noktayı ne güzel gösterir: “Herkes hafızasından şikâyet ediyor; hiç kimse doğru hüküm verme kabiliyetinden şikâyet etmiyor. Bana sorarsanız, önemli şeyler üzerinde konsantre olma hem hafızayı kuvvetlendirir, hem de hüküm verme kabiliyetini geliştirir.” Depolanmış ama iyice özümlenip muhakemede kullanılabilir nitelik kazanmamış bilgiler ölüdür. Bilgileri ölü kişi ne bilgili ne de deneyimlidir.
İnancın psıkolojık ve sosyal işlevini önceki bölümde ele almıştım. İnanma, insan olmanın mahiyeti gereğidir. Bu bakımdan insanın meselesi, inanma ve inanmama değil, neye inanacağını belirleme meselesidir. Hayvanlardan farklı olarak insanın farkında olacağı meseleler ve yapacağı tepkiler genetik programla belirlenmiş ve ayarlanmış değildir. İnsanda tasavvur kabiliyeti var fakat kesin bilgi yoktur. Bu durumun yol açtığı belirsizlik içinde insan ne yapacaktır? Kararsızlığın eninde sonunda biyolojik tehlike doğuracağı açıktır. Ruhi yapısı gereği belirsizliğe ve iç çatışmasına uzun süre tahammül edemeyen insan, ya hayatta kalabıldiği süre esnasında ruhen kötürümleşecek ve parçalanacak ya da bir inanca ve ahlâk nizamına bağlanarak şahsiyet bütünlüğüne sahip bir özne olarak eylemlerinı kararlaştıracaktır. İnsanlar, kendi dışlarında algıladıklar br inanç kaynağına bağlanınca, o inançtan kaynaklanan kurallara göre yaşamak suretiyle istikrarlı bir toplumun temelini atmış olacaktır. İşte insanlığın geçmişinde başından beri olan budur. Tarih öncesi araştırma bulguları, arkeolojik kalıntıların yorumları ve tarih belgeleri, bunun aksine herhangi bir kanıt ortaya çıkarmış değildir.
İnsan yalnız dış dünyayı sembollerle zihnine taşımakla ve dış dünyanın güdümünde olmadan düşünme işlemleriyle yeni sonuçlara varmakla kalmaz; kendi düşüncelerini de sembollerle temsil ederek onlar üzerinde düşünebilir.Böylece kendi düşüncelerine eleştirel bir tavır alabilir. Bütün bunlardan çıkan sonuç, insanın, biyolojik planda yaşamasını sürdürmesinden ayrı olarak, sembolik planda kararlaştırdığı eylemlerle inşa ettiği bir hayatının daha olduğudur.
Bir Yunus Emre, şiirlerini hangi fiziksel uyaranlara doğrudan tepki olarak söylemiştir? Bir Dede Efendi'nin bestelerindeki nağmeler, hangi fiziksel uyaranın doğal ve kaçınılmaz olarak uyandırdığı tepkilerdir? Bir Newton, efsanedeki elmanın düşmesini algıladığı zaman, onun, yer çekimi kuvvetini tasarımlaması algılanan olayın doğrudan ve kaçınılmaz sonucu olarak kabul edilebilir mi? Berlioz'un, kendinde derin heyecanlar uyandıran manzâraya bakarak elindeki kağıda notalar yazması nasıl izah edilecekti? İnsanın bir tasavvur dünyası olduğunu ve orada, bilincinde olduğunun bilincinde olarak sembollerle işlem yaptığını, sembolik işlemlerin sonucuna göre ne yapacağını kararlaştırdığını, kararlaştırdığı eylemi yaptıktan sonra onun etkilerini zihnindeki tasarımla mukayese ederek hüküm verdiğini varsaymazsak, az önce örneklerini verdiğim müstesna eserlerin meydana gelişini anlamak mümkün olmaz.
99 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.