Ölüm, Yusuf amcamın içini oymuş. Öyle söylüyor. Bunu uzun ve sıkıntılı bir boşluk havasına düştüğü akşamüstü saatlerinde belirsizce göstermeye çalıştı. Önceleri hiç anlamadım. Şaşırdım biraz da. Şimdi anlıyorum. Hatta içimdeki bütün o boşluk kuyularının anlam kazandığını, bir varlığa dönüştüğünü duyar gibi oluyorum.
Memurluk hayatım öylesine bir makine düzeni içinde geçmişti ki, 2692 sabah, kasaba meydanındaki o büyük saat tam ben vali konağının önünden geçerken 8:30’da çalmıştı. Ne bir adım önce, ne bir adım sonra.
"Doğuda ufku bile aydınlatamayan soluk, kirli yüzlü sabah, yağmurun dönüp durduğu gökyüzüne tüyleri ıslanmış iki horoz ve saman çöplerini karıştıran savruk bir esintiden başka ne getiriyordu? Yarın ne getirecekti? Öbür gün, daha sonraki günler?"