Bu dünya, gerçek anlamda sahip olan insanların dünyası değil. Buna inandım. Bu dünya, sahip oldukları sanısına kapıldıkları şeyler tarafından sahip olunan insanların dünyasıdır.
Platon'un başucumda duran 'Devlet'ini alıyor, evirip çeviriyor, "Mülkün bekçisi," diye mırıldanıyor. "Güzel. Bu sizin görüşünüz. Bana göre de en büyük, en güçlü bekçi bu değil, halktır. Normal bir kulağın duyamayacağı sesleri duyar o. Tavuk gibidir, depremi önceden sezinler. Kara gecenin kara tarlasindaki kara kuzuyu, dünyanın öbür ucunda da olsa görür. Dilencidir o, dinlendiği paraları dikkatle sayar, planlar kurar, zenginleşme düşleri görür. Fahişedir o. Müşterilerinin kuyruğa girmesini ister, kuyruğun uzamasından pay çıkarır, para çıkarır, hepsini mülkiyete tahvil eder o."
Bilinç ile bilinçdışının çatıştığı noktada gerçeğin izdüşümü; tek bir göz olmuş bakıyor dar bir tüfek mazgalından iç gözüme. "Başla" diyor .Başlıyorum.
Zeliha’nın hayatı, hakikatin bilmediğim sevecen yüzünü gösterdi bana. Cinselliğini satarak geçiniyordu. Toplumda onun kadar enfes kaç kadın var bilmiyorum. O kadar insanla ilişkiye girdikten sonra gece gelip sevgilisiyle sevişiyordu. Asalet budur işte. Gövdesini müşterilerine, duygularını ise sevgilisine veriyordu. Aslında herkesin yaptığını yapıyordu Zeliha. Ha alın terini satmışsın ha gövdeni, ne fark eder.
“Rüyamda çok korktum. Varlık alemini ateşli uçlarıyla dürten, düşündüren kalemleri, büyük yapıtların dönen çarklarına soktum. Karanlık tutuştu, içinde ben tutuştum.”