Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk 1

Abdulkadir Udeh

İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk 1 Sözleri ve Alıntıları

İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk 1 sözleri ve alıntılarını, İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk 1 kitap alıntılarını, İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk 1 en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İslam hukukunda, halifelerin, hükümdarların ve valilerin alelade mahkemelerde yargılandıkları, normal usullerde mahkeme edildikleri çok rastlanan vakalardır. İşte Ebu Talib oğlu Ali! Hilafeti esnasında zırhını kaybeder. Zırhının bir yahudide olduğunu ve yahudinin onda hak iddia ettiğini görür. Durumu devrin kadısına intikal ettirir. Ve işte şu
İslâm hukuku zenginlerle fakirlerin arasını ayırmaz. Hukukun karşısında, ister zengin olsun, isterse fakir bûtün fertler müsavidir. İslâm hukukunun temel prensipleri zenginin zenginliğinden faydalanmasını veya fakirin fakirliğinden dolayı mutazarrır olmasını katiyen kabul etmez. Bunun içindir ki zaten İslâm hukuku hapis cezası verilmesi halinde mali kefaleti veya teminat düzenini kabul etmez. Bunu kabul etmeyişi; malî kefalet veya teminat düzeninin eşitsizlik esasına dayalı bir düzen oluşundandır, başka değil...
Reklam
Dâr'ül-islâmın sakinleri ikiye ayrılır: a) Müslümanlar: İslâm dinine inanan herkes. b) Zimmiler: İslâmın hükümlerini kabul eden ve dâr'ül-islâmda devamlı olarak ikamet eden gayrımüslümler. Bunların inançları göz önünde bulundurulmaz. Hıristiyan da olabilirler, yahudi de olabilirler, mecusi de olabilirler, Sabii de olabilirler, istedikleri kimsenin ve nesnenin kulları olabilirler veya hiçbir dine bağlanmamış bulunabilirler. Dâr'ül-islâmın sakinleri ister müslüman olsunlar, ister zimmi olsunlar hepsinin de kanları ve malları masumdur, emniyet altındadır. Zira İslâm hukukunda masumiyet iman veya emandan birisiyle olur, iman İslâmî kabullenmek. Eman ise sözleşme yapmaktır. Eman zimmet akdiyle, anlaşmayla, sulhla ve benzeri şekillerle olabilir. ...... Eman sözleşmelerimden birisiyle müslümanların eman verdiği kimseler arasında bulananlar bununla mallarını ve kanlarını korurlar, isterse İslâm dışında bir dine bağlı bulunsunlar. Bu durumda dâr'ül-islâmda yaşayan müslümanlar İslâma girmekle mallarının ve kanlarının korunması hakkını kazanmakta; zimmiler de eman dileyerek kanlarını ve mallarını korumaktadırlar.
Kısası ve diyeti gerektiren suçlarda hakimin yetkisi haddi gerektiren suçlardaki yetkisine benzemekteedir. Sadece hakimin kısas veya diyeti kan sahibi veya velisi suçlunun bağışlanması halinde tatbik etme zorunluluğu yoktur. Kısas ve diyette tecavüze uğrayanın veya velisinin affetmesi halinde hakim; şeriatın gerekli kıldığı cezayı tatbikle görevlidir. Kısas ve diyet cezası takdir olunmuş cezalardandır. Zira bu cezaların nevi ve miktarı belirtilmiştlr. Ancak bu takdir olunmuş bulunan ceza, fertler için bir hak olarak kabul edilmiştir. Binaenaleyh kendisine tecavüz edilmiş olan kimse veya velisi tecavüz eden suçluyu affedebilir. Bu onun hakkıdır. Dilerse hakkını alır, dilerse vazgeçer. Devlet reisine gelince o kısas veya diyet cezasını kaldırma, yahutta bunlardan herhangi birisini bağışlama yetkisine sahip değildir. Ayni şekilde had gerektiren cezaları da devlet reisi affedemez çünkü devlet reisi, ne Allahın hakkını, ne de fertlerin hakkını, affetme yetkisine sahibdir. Ama bu hakları almak onun vazifesidir. Çünkü haklının hakkını almasını sağlamak devlet reisinin görevleri arasındadır.
tr'de islam hukukundan padişahlık anlayanların oranı nedir
... idareciler değişir. İdarî mekanizma farklı olabilir, hüküm veren heyet muhafazakar veya reformcu olabillr. Rejim demokrasi veya krallık olabilir. Ama bütün bunlar islam hukukunun koyduğu kaidelere en ufak bir şekilde tesir edemez. Zira islam hukukunun kaidelerinin hakimler heyetiyle idari nizamla hiçbir ilgisi yoktur. O sadece değişim ve tebeddül kabul etmeyen İslâm diniyle alakalıdır. Adi ne olursa olsun bütün hakimler, şeklî ne olursa olsun bütün sistemler islâma inandıkları müddetçe o değişmez kaideleri tatbik edip uygularlar.
Suça iştirak edenlerden herbirisinin iradesi önceden sözleşme olmaksızın suçu işlemeye teveccüh etmelidir. Ortak suç işleyenlerden herbirinin kişisel nedenlerin tesiri altında kalarak, geçici düşüncelerin mahsulü olarak aynı suçu işlemeleridir. Karşılıklı döğüş halleri böyledir. Önceden aralarında hiçbir birleşme olmadan birdenbire karşılıklı olarak birbirlerine saldırırlar ve herbirisi kendi heyecanına ve o anda kabaran duygularına göre hareket eder. İşte bu gibi hallerde ortaklaşa İşlenmiş olan suçun ortaklar, arasında bir birleşme söz konusudur. Ama bu durumda suç ortaklarından her birisi ancak kendi İşlediği suçdan sorumlu tutulur, diğerinin fiilinin neticesi ona yüklenemez. Önceden sözleşme halinde ise suça doğrudan doğruya iştirak edenler arasında fiilin işlenmesi için önceden bir anlaşma ve sözleşme bulunur. Yani suça İştirak edenlerden hepsi bahis konusu olan suçu işlemezden önce belirli bir gayeyi gerçekleştirmek için ortak maksatta birleşmiş ve sözleşmiş olup bu sözleştikleri fiili meydana getirmek için yardımlaşarak birlikte hareket ederler. Meselâ iki kişi üçüncü bir şahsı öldürmek üzere önceden anlaşsa, sonra anlaştıkları fiili gerçekleştirmek için harekete geçseler, birisi adamın elini kesse diğeri de boynunu kesse ikisi birlikte katl suçuyla cezalandırılırlar. Önceden aralarında anlaşma olduğu için her ikisi de üçüncü şahsın ölümünden mesuldürler.
Reklam
İslâm hukuku müslüman devlet reisini fertlerden ayrı mutalaa etmediği gibi, yabancı devlet reislerini de fertlerden ayrı değerlendirmez. Şu halde İslâm hukukuna göre yabancı devlet başkanlarının ve onlara bağlı olarak İslâm ülkelerine gelen devlet adamlarının dârül-islâmda işledikleri herhangi bir suç dolayısıyla cezalandırılmaları gerekir, İmam Azam, her ne kadar devlet başkanlarının toplum menfaatlarını ve hukukunu ilgilendiren suçlardan dolayı cezalandırılmayacağı görüşünü benimserse de bu görüşün yabancı devlet başkanlarına tesir etmesi söz konusu değildir. Zira, bu görüşün esası devlet başkanının kendi nefsine ceza tatbik edemeyeceği prensibidir. Yabancı devlet başkanlarının cezalandırılmaları konusunda ise ceza devlet başkanının kendisine değil başkalarına tereddüb ettiği için mümkündür.
İslam hukuku, hukukun geçerliği noktasında devlet başkanlarıyla vatandaşları eşit kabul etmektedir. Hepsini de işledikleri suçdan sorumlu tutmakta ve cezai müeeyyide uygulamaktadır. Bunun, için zaten İslâm hukukunda devlet başkanlarının üstün ve kutsi bir yeri olmamıştır. Onlar diğer vatandaşlardan ayrı imtiyazlı bir kitle olarak kabul edilmemişlerdir. Devlet başkanı da bir suç işleyecek olsa halktan herhangi bir ferdin cezalandırıldığı gibi cezalandırılır.
Bazıları zannederler ki icma'ı hukuki bir kaynak olarak sadece islam hukuku değerlendirmiştir ve başka hukuk sistemlerinde yoktur. Doğrusu bu çok yanlış bir zandır. Zira müslüman olmayan ülkelerde uygulanan beşerî hukuk sisteminin ana umdesi gerek uygulamada ve gerekse teşride toplumun umumi görüşüdür. Kanunlar, ancak teşri heyetinin (meclislerin) umumunun muvaffakatı ile çıkarılabilir. Birçok hukuk bilginlerinin veya hakimlerinin birleştiği bir husuS hukukî nazariyelerin yasama durumu olmadan da bir nevii eksik icma dayanarak zorlayıcı bir gücü bulunabileceği konusundadır. Beşerî hukukda herhangi bir konuda ihtilaf söz konusu olursa ve birden fazla yasama organı bulunuyorsa mahkemelerin çoğunluğunun vermiş olduğu karar kabul edilir. Eğer mahkeme üç hakimden oluşuyorsa iki hakimin verdiği karar hüküm olarak kabul edilir. Şayet üst mahkemeler kanuni prensiplerin veya hükümlerin tefsirinde veya takririnde ihtilafa düşerlerse hüküm bu üst mahkemenin hakimlerinin çoğunluğunun görüşüne göre verilir. Bu demektir ki beşerî hukuk da icra'ı kabul etmektedir. Ve eksik icma'ı yasama yorumlama ve tatbik İçin bir kaynak olarak kabul etmektedir. Çünkü bu ekseriyetin görüşüdür.
İslâm hukukçuları tarafından ittifakla kabul edilmektedir ki objektif suç çoğu kerre sübjektif yollarla vuku bulur. İşte böyle vukubulmuş fiillerin faili cezayı hak eder. Meselâ bir insani hapseden ve onu yemek ve içmekten alıkoyan, yahut soğuk gecelerde ısınmasını önleyen, neticede adamın açlıktan, susuzluktan ve soğuktan ölmesine sebep olan
Reklam
seçkinlerle halk arasındaki eşitlik
Allah'ın Resûlü fertler arasında ayırım gözetmemeyi ve musavat prensibini tatbike son derece dikkat göstermiştir. Kureyş'in ulularından bir kadın hırsızlık yapar, halk Allah'ın Resûlünün kadının elini keseceğini konu edinerek öte beri söyleşmeye başlar. Allah’ın Resûlü hakkında ileri geri sözler sarf ederler. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü onları
bazı hukukçulara göre
Suçu önlemeye muktedir olabilenleri veya tecavüze uğrayanları felâketten kurtarmak gücüne sahip bulunanların suçu gördükleri halde ses çıkarmadan susmaları cezai mesuliyeti gerektiren bir durum olarak kabul etmekte ve suça iştirakten, suçluya yardımdan mesul kabul etmektedirler. Bunlar suçu önlemeye muktedir olmayan veya tecavüze uğrayanı felaketten kurtarma imkânına sahip bulunmayanlarınsa susmaları nedeniyle mesul olmayacaklarını ve bîr şey yapabilme imkânına sahip bulunmadıkları için suça yardım etmiş olarak kabul edilmeyeceklerini belirtmektedirler. Allahın kişiye ancak kudreti dahilinde mükellefiyet yükleyeceğini -ayeti kerime mucibince- ifade etmektedirler.
herkesin tespitine laf attıktan sonra yaptığım çıkarım :D
.... demokratik ülkelerde parlementerlerin söz ve fiille işledikleri suçların birçok kısmı nazari itibara alınmamaktadır. Meselâ Mısır (511) anayasası bir parlamento üyesinin, senato ve meclisde yazı veya sözlü suçlardan mesul addetmemektedr. Bundan maksat, parlamento üyelerinin çekinmeden mecliste veya senatoda vekillik görevlerini yapabilmeleridir. Ancak tarafsız bir görüşle baktığımızda böyle bir hürriyetin eşitlik prensibini zedelediğini görürüz. Devletin işlerini tedvir eden ve parlamento dışında, kalan daha sayısız vazifeleliler vardır. Onlar madem ki devlet işlerini görüyorlar, öyleyse onlar da bu haklardan istifade etmelidirler. Aksi müsavatsızlık olur. Siyasilerden başka memleket meseleleriyle uğraşan daha bir yığın insan vardır. Onlara neden rahat vazife görmeleri için dokunulmazlık hakki tanınmıyor?
İslâm hukuk sisteminin çağdaş ihtiyaçlara yeterli olmadığını söyleyenler iki grubdur. Bir grub bunu söylerken ne İslâm hukukunu inceleyip etüt etmişlerdir, ne de medenî hukuku... Bir diğer grub ise bu sözü söylerken, modern hukuku inceleyip etüt etmiştir fakat İslâm hukukunu incelememiştir. Binaenaleyh bu iki grubun da islam hukuk sistemi üzerinde bir hüküm verme yetkileri yoktur. Çünkü onlar İslâm hukuk sistemini hiç bilmemektedirler. Bilinmeyen bir şey hakkında akıl sahipleri hüküm vermezler.