Kur'ân'ın şiiriyeti, eski Arap şiirinin hiçbir formuna benzemez.Kur'an'ın derûnî gücü, yani sadece şiirsel gücü de değil, fakat aynı zamanda hesaba çekme, sorgulama, sarsma ve çağrısına kulak vereni Hz. Peygamber'e ve Kur'an'ı vahyedene yönlendirme gücü, öylesine gerçekçi ve öylesine tabiîdir ki...Arapçayı çok iyi bilen bir Hristiyan ilâhiyatçısı şöyle diyordu:
99.sure olan Zilzâl(zelzele, deprem) suresini ne zaman okusam, ayağımın altında yerin sarsılmaya başladığı hissine kapılırım!
Gidip görülen camilerin kendisinde uyandırdığı hisler kaleme alınmış. Camilerin kendisinde uyandırdıklarını yazarken de güzel noktalar değinilmiş. Farklı bakış açıları sunmuş olup hayatımızda camilere mimari olarak bakılmasının yanında bizde uyandırdığı hisleri de dikkate almamız gerektiğinin üzerinde de durulmuştur.
… her kuşak kendinden önceki kuşakların yapıp ettiklerini örnek alacak, fakat onlara takılıp kalmadan kendi problemlerini bizzat kendisi çözme hak ve salâhiyetine sahip olacaktır.
Gırnata’ da bir cinayet işlendi!
Haberiniz var mı bından?
(…)
Zavallı Gırnata, zavallı şehir!
(…)
Yapın bana dostlarım,
Elhamra’da yapın,
Bir mezar
Taştan ve rüyadan!
Bir mezar kazın bana,
Hani suyu ağlayarak akan
Bir çeşme var ya orada,
işte tam onun yanına!
Polenin mesajını başka çiçeklere taşıtmak için çiçeğin arıya ihtiyaç duyduğu doğruysa…
Balını ve kovanın peteklerini salgılamak için arının güneşin okşayıcılığına ihtiyaç duyduğu doğruysa…
Haya umudunu yaymak için tohumun rüzgâra ihtiyaç duyduğu doğruysa…
Kâinattaki kaderini gerçekleştirmek için her insanın sevgiye ihtiyaç duyduğu doğruysa…
Raksını kendi yörüngesinde tamamlamak içimler gezegenin, arı gibi, güneşe ihtiyaç duyduğu doğruysa…
Kendisine bir anlam veren sanatın birleştirici kudreti olmadığında hayatlarımızın darmadağın olacağı doğruysa…
Bütün bu cazibe, çekim, denge ve olağanüstü âhengin sadece kör bir tesadüf olabileceğini düşünmek mantıklı mıdır?