İstanbul, önünde şair ile arkeoloğun, sefir ile tacirin, prenses ile gemicinin, Kuzeyli ile Güneylinin, hepsinin aynı hayranlık duygusuyla haykırdığı âlemşümul ve son derece büyük bir güzelliktir.
Her tarafta, duyguları esrarlı bir musikî gibi okşayan ve zihni sevimli hayallerle dolduran bir beyazlık, zarif bir mimarî, bir su şırıltısı, serin bir gölge vardır. Bu sokaklardan geçerek selâtin camilerin yükseldiği büyük meydanlara gelince bu heybetli kütlelerin önünde şaşırıp kalır insan. Bunlardan herbiri muazzam bir kubbenin gözden hemen hemen saklı tuttuğu bir medrese, şifahane, mektep, kütüphane, dükkân ve hamamdan meydana gelen küçük bir şehrin merkezini teşkil eder. Çok basit gibi görünen mimarînin, aksine, her taraftan dikkati çeken birçok hususiyeti vardır.
Sayfa 38 - Türk tarih kurumu yayınlarıKitabı okudu
Hakikaten, dış görünüşe göre hüküm verilirse, İstanbul’un Türk halkı, Avrupa’nın en medenî ve en namuslu halkı gibi görünür. İstanbul’un en ıssız sokaklarında bile bir yabancının tecavüze uğraması tehlikesi yoktur; camiler ibadet saatlerinde bile ziyaret edilebilir ve bizim kiliselerimizi ziyaret edecek bir Türk’den daha fazla hürmet görüleceğinden emin olunabilir; kalabalıkta, küstah olması şöyle dursun, fakat fazla meraklı bir bakışa bile hiç rastlanmaz; güldükleri nadiren görülür, sokağın ortasında ağız dalaşı eden halk adamları da çok azdır; kapılarda, pencerelerde, dükkânlarda kadın sesi hiç duyulmaz; fuhuş, uygunsuz bir hareket hiçbir şekilde görülmez; çarşıdaki vakar camidekinden hiç de az değildir; her yerde pek az hareket eder, pek az konuşurlar, şarkı, gürültülü kahkaha, halka mahsus bağırtı çağırtı duyulmaz, yolları tıkayan rahatsız edici toplanmalar yoktur; yüzleri, elleri, ayakları temizdir; yırtık pırtık elbiseler azdır, olanlar da nadiren kirlidir; bütün İçtimaî sınıflar arasında umumî ve karşılıklı bir hürmet görülür.
Sayfa 383 - Türk tarih kurumu yayınlarıKitabı okudu
Türk evi, bilindiği gibi, ikiye ayrılmıştır : harem ve selâmlık. Selâmlık erkeklere tahsis edilmiş olan kısımdır. Erkek burada çalışır, yemek yer, misafirlerini ağırlar, öğleden sonra şekerleme yapar ve gece, “kalbinde sevda sesini” duymadığı zaman, yatıp uyur. Kadın buraya asla girmez. Selâmlığın sahibi nasıl erkekse, kadın da haremin sahibidir. Haremi kadın çekip çevirir, idare eder, içeriye erkek almak hariç, ne isterse yapar.Kocasını görmek istemediği zaman başka bir gün gelmesi için terbiyeli bir cevap gönderebilir. Selâmlık haremden ekseriya bir tek kapı ve küçük bir koridorla ayrılır, bununla beraber birbirine çok uzak iki ev gibidirler. Erkekler efendi'yi ziyaret ederler, kadınlar hanım'ı görmeye giderler ama birbirlerine ne tesadüf eder, ne de seslerini işitirler, çoğu zaman birbirlerini tanımazlar. Hizmetkâr lar ve hemen daima mutfaklar da ayrıdır. Herkesin eğlencesi ve sarfiyatı ayrıdır.
Sayfa 215 - Türk tarih kurumu yayınları / Türk KadınlarıKitabı okudu
Pilâv Türklerin mukaddes yemeğidir, aynen Napolililerin makarnası, Arapların kuskusu, İspanyolların puchero'su gibi. Hoşuma giden yegâne şey, yemeğin sonunda kaşıkla içilen hoşaftı; hoşaf, çok şekerli şurupta pişen, içine mis, gülsuyu ve ağaçkavunu suyu konan, kuru üzüm, elma, erik, vişne ve daha başka meyvalarla yapılır. Kuzu ve koyun kıyması hiçbir lezzeti kalmayıncaya kadar kaynatılarak hazırlanan başka yemekler de vardır; zeytinyağında yüzen balıklar, yaprak dolmaları, kabak tatlısı, una bulanıp kızartılmış patlıcanlar, reçeller, salamuralar, kokulu otlarla lezzet verilmiş salçalar, ceza kanununun her maddesinin altına, suçu tekrar edecek suçlular için bir bir yazılması gerekli yemekler.
Sayfa 139 - Türk tarih kurumu yayınları / MutfakKitabı okudu