Bu nartekste bazı freskler yakın zamana kadar duruyordu, ama şimdi badanayla kapatıldı. Bu durum, Türkiye Cumhuriyeti'nde dini hoşgörünün artacağına azaldığını gösteriyor. Bunu şöyle örneklemek mümkün: Caminin şerefesinde, üzerinde tavus kabartması olan bir taş kullanılmış. Belli ki, kilise camiye çevrilirken bir yerde bulunan bu taş ziyan olmasın diye alınmış, İslam surete izin vermediği için de minare şerefesi gibi gözden uzak bir yerde kullanılmış. Ama beş yüz yıldan fazla zaman geçmişken, bütün bu sürede orada kalabilmiş fresklerin üstüne badana geçiliyor.
Boğaziçi'nin ilk adı Bosphoros'tur.
Bu bileşik kelime "bous" (inek) ve "phoros" (geçit) kelimelerinden türemiştir. İnek Geçiti denmesinin nedeni bir mitolojik öyküdür.
Tanrıların tanrısı Zeus, baştan çıkardığı sayısız güzel kızdan biri olan İo'yu, karısı Hera'nın kıskanç öcünden koruyabilmek için inek biçimine sokmuştu.
Ama kıskanç bir kadını hiçbir şey durduramaz hele tanrıçaysa.
Hera İo'ya ebediyen eziyet etmesi için bir atsineği gönderdi.
İo bu sinekten kaça kaça sonunda kendini Boğaz'a attı ve yüzerek
Avrupa'dan Asya'ya geçti öbür kıyıda sineğiyle karşılaşmak üzere.
19. yüzyıldan başlayarak, Pera, Osmanlı devletinin büyük “gümrük kapısı” haline geldi. Yalnızca malların geldiği gümrük değil İngilizcedeki “customs” kelimesinin öbür anlamıyla âdetlerin de geldiği kapı.
1980’lerde Evren darbesiyle, Türkiye’de “gelecek” denen şeyin anlamı değişince, “kaybolan zaman” birdenbire değer kazandı, “nostalji” başladı. Hepimiz Proust’laştık.
Tarihî yarımadada neredeyse bütün şehri bir açık hava müzesi haline getirecek kadar çok tarihi zenginlik var ve bunların büyük kısmı göz göre göre yok olup gidiyor.