Kim korkmazdı sonundan? Her şeyin sonu ölüm! Yaşamaktan korkuyorlardı en başta, yaşamın da sonu malum. Bedeline bakmadan atılmazlardı hiçbir şeye, fiyatına bakmadan satın almazlardı. Pazarlıksız hiçbir şeye girişmezlerdi kazık yememek için.
Aşk buydu, düşün gerçekleştiğini düşlemek. Hayat da öyle; düşün içindeki gerçekten sıyrılıp düşe dönüşmek. Hayatın gerçeği kozaydı. Çıkmak için kendini zorlamayan tırtıl, zorlayan kelebek olurdu.
Dağıtılan el ilanlarını alıp almamakta tereddüt eden acemiler, omzuna çarpıp özür dileyen adama nasıl tavır takınacağını bilmeyen vasıflı işsizler, meteorolog ciddiyetiyle durup durup havaya bakan gelecekten endişeli stajyerler, dikkat süresi iki saniyeyi aşmaksızın sürekli sağa sola umursamaz, kayıtsız gözlerle bakan, besbelli halinden memnun biri olacak, haliyle bir daha oraya adım atmayacaklar da misafir sanatçı olarak beklemekteydi gideceği güzel yerleri; geçen her arabaya kendini telli duvaklı bindirip yollayarak trafiğin akışına göre eksilmekteki kısmetli güzel, kıçının arasına kaçan donunu kamuoyuna belli etmeden çekip düzelten semt sakini, delik cebinden daldırdığı eliyle vites değiştirirken ağırbaşlı efendi oluveren takım elbiseli, tükürdüğü balgamı ayakkabısıyla ezip dağıtan prensipli dava adamı, oradan geçmeyenlere gülücük saçan müzmin bekar, hiçbirini görmeksizin aralarında halk kahramanı gibi yürüken onlara acıyarak bakan, onlar adına hesap sorduktan sonra alkışlarıyla lürsüye çıkıp hepsini dümdüz edene kadar bağıra çağıra nutuk atan son ütücü… herkesin mesleği yüzündeydi, kafalarındaki altın pranga, kurtaramamışlardı kendilerini.