Ölüm hep umulmadık zamanda geliyor. Zira bir gün mutlaka geleceğini bilsek de, onu hiç beklemiyoruz. Başkalarına kolayca yakıştırsak da ölümü, kendimize hiç yakıştıramıyoruz.
"Keşke çocuk olabilsem" diye mırıldandı. "Çocuk gibi sevebilsem, çocuk gibi bağlanabilsem, üzülebilsem, ağlayabilsem! Gülebilsem! Çocuk gibi affedilsem, affedebilsem!"
" Ölmek değil, yaşamaktır cesaret isteyen evlat. Bir insan olarak karşılaştığın bütün sıkıntılara göğüs gererek, bir kul olarak sınandığın acıları tebessümle yudumlayarak yaşamaktır cesaret isteyen."
"Yine saklanmaca oynamak istedim. Bu sefer öyle saklandım ki hiç biriniz bulamadınız beni. Muradım kendimden saklanmaktı, sizden değil. Çok uzaklara gitmiş olsam da, her seferinde kendime sobelenmekten kurtulamadım."
Fezanın dipsizliği kadar derin bir sızıyla duydu yalnızlığı. Yeryüzündeki onca mahlukat imdada koşsa, çare olacak gibi değildi bu kahredici duyguya. Ipıssızdı içiyle, dışıyla...Bedeniyle, ruhuyla.
"Kalbim var" deyince, kalp hastalığına sahip olduğunu ifade ediyor artık insanlık. Kalbinin var olduğunu, damarları tıkanınca hatırlıyor. Kalbi çarptıran sadece kalp ve damar hastalıkları oluyor şimdilerde.