Karanlık bir odada tek başına oturuyordu. Kafasında kırk tilki dolaşıyor ama hiçbirine dur diyemiyordu. Elleri üşüyor, dikkatini toplamakta güçlük çekiyordu. Bakışlarını kapıya dikti. Sonra saate baktı. Saat gece yarısı 4'ü çoktan geçmişti. Kalkıp bir su içti. Odasının penceresini açıp oksijen bayramı yaptı. Elleri daha çok üşüyordu ama umurunda değildi. Oda ne kadar karanlık olursa olsun korkmuyordu. Cesurca bir davranış olarak hafızasına kazıyor ve bundan memnun oluyordu. Pencereyi kapattığı sıralarda saat 5’e yaklaşmış ve hava yavaştan aydınlanmaya başlamıştı. Kısacık bir düşüncenin aklına düştüğünü fark edip içinden “Sabahın ilk ışıklarını karşılamayalı yıllar olmuş” deyip ardından "Ne kadar yalnızım" diye düşünüp iç geçirdi. Yatağın ucuna kıvrılıp uyumuş olan kedisini sevdi. Yalnız değilim diye düşünmeye başlamak için bir adımdı bu davranış ama olmadı. Oda karanlıktan kurtulamıyor elleri hiç ısınmıyordu. Ruhu daralmıştı. Uyumak istedi. Yatağa uzanıp gözlerini kapadı. “Dünyaya her göz kapadığında aslında ölümün provasını yapmak ne garip.” diye düşündü. Bu düşünce korkuyu beraberinde getirdi. Tekrar kalktı. Odanın karanlığı güneşle beraber gitmesine gidiyordu da bunu kendine nasıl yapıyordu bilmiyordu. Düşünceleri karanlıktan çıkamıyor, aydınlığa kibrit çakıyor, her yeri yakıyordu. Elleri üşümeye devam etti. Güneş doğdu. Kedi uyandı. O da uyudu... Uykusunda uyudu.