İlk kitaptan bu yana yazarı en çok takdir ettiğim nokta, kurguladığı fantastik dünyayı aşk ve dostluk mevzularının gerisine atmamasıydı. Bu zamana kadar ki tüm kitaplarda, bizimkilerin romantik sahnelerini de güzel dostluk ilişkilerini de sakin ev hayatlarını da okuduk. Ama bunlar hiçbir zaman esas kurgunun önüne geçmemişti. Ta ki bu kitaba kadar. İlk kez bu kitapta, esas kurgu geri plana atılmıştı. Yazar bunu ilk kez yaptığı için bu durumu tolere edebilirdim ama bazı durumlar çok sinirimi bozdu. Sinirim bozan durumlar da şunlardı:
1) Amelie'nin, Morganville bu kadar karışıkken hâlâ altıncı kitabın sonunda yaşanan olayı atlatamayıp garip tavırlar sergilemesi.
2) Kitaba yeni giren ve özellikle Shane'e karşı hadsiz tavırlar sergileyen kişiye, Claire'de dahil kimsenin esaslı bir tepki vermemesi. (Claire epey kıskandı, evet ama düzgün bir tepki vermedi.)
3) Kitaba yeni giren kişi hakkında ortaya çıkan gerçeklerden sonra bizimkilerin -Michael hariç- saflık derecesinde bir iyi niyet göstermesi.
4) Ada hakkında her şey bu kadar netken Myrnin'in son dakikaya kadar anlamazdan gelmesi.
5) İlk altı kitapta bu duruma dair hiçbir işaret yokken Amelie ve Oliver ile ilgili gereksiz bir hamle yapılması. (Dürüst olmak gerekirse bu hamle ilgimi çekti. Ama inandırıcı mıydı? Hayır.)
Tabii ki okumayı sevdiğim yerler de vardı. Kitaba yeni dahil olan kişinin planı epey ilginçti mesela. Ada'nın yaptıkları da kitaba heyecan katmıştı. Sadece ilk altı kitaba nazaran bu kitap biraz daha sakin, can sıkıcı ve sinir bozucuydu. O yüzden beni bir miktar hayâl kırıklığına uğrattı.