“Kutsal olan nedir biliyor musun? Her şey!... Her şey!... Sen, ben, yaptıkların, yonttuğun taşlar, şu köşede sızıp kalmış ayyaş, bize yediğimiz kuzu budunu pişiren aşçı ve hatta budunu yuttuğumuz kuzu, kuzunun yediği ot, otun yetiştiği çayır, çayırın üstüne yağan yağmur, yağmuru içen toprak, toprağı ısıtan güneş, daha sayayım mı? İşte kutsal olan bu canlılık, her yerden fışkıran hayat, insanı deli eden akış, akışın insanın idrakını aşan aklı!”
Aşk zaten benlik denen şeyi sevmezdi. O hiçbir yere tutunmanızı istemez, insandan saf bir iman beklerdi. Uçurumlardan yuvarlanırken bir dal uzatır, ona tutunanı bağışlamaz, dipsiz çukurlara yollardı. Çünkü aşk güvenceleri sevmezdi. Kaybolup gidenleri, korkusuna rağmen teslim olanları kutsardı. Ne yazık ki aşkta biri mutlaka yenik düşer, benliğinin tuzaklarına yakalanıp elindeki eşsiz armağanı kaçırırdı. İki kişinin birden tuzaklara kapılmadan bu sınavı vermesi çok nadir olurdu.