Kendine Bakma Kitabı sözleri ve alıntılarını, Kendine Bakma Kitabı kitap alıntılarını, Kendine Bakma Kitabı en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Sözünü ettiğim erkek tipolojisi özellikle büyük şehirlerde bir salgın gibi çoğalıyor; kaslarını geliştirmek, bol para kazanmak, sıkı bir araba sahibi olmak gibi güçlerini ispatlayacak bir çok şeye sahipler ya da sahip olunca güçlü olacaklarını sanıyorlar. Ama aşık olamayacak ya da aşkı yaşayamayacak kadar korkaklar! Aslında korktukları, sabit bir ilişkide sıkışık kalmakla ilgili. Çünkü sabit bir ilişki içinde olmak başka kadınlarla olma olasılığını yok ediyor. Bu korku o kadar derinden derine işliyor ki, bir gün aşık olsalar bile o kadını istemeyecekleri ve başka kadınları arzu edecekleri zamanı, şimdiden kalbiyle yaşıyorlar.
Bu tiplerin İngilizce bilenleri sıklıkla, commitment vermek commited olmak istemiyorum gibi bir ifade kullanıyorlar. Korkuyorum demiyorlar,öyle bir şeyler söylüyorlar.
Oysa yaşadığımız an dışında duygularımızla ilgili hiç bir garanti veremeyiz. Beğenilerimiz, arzularımız değişebilir tabii ki. Bu biz erkekler kadar, karşımızdaki kadın için de geçerli.
Peki duygularım değişirse, ne yapacağım diyorlar; bu sorularının altında korku var. Bir gün onu istemezsem, nasıl söyleyeceğim, öyle mi? Korkaksın o zaman! Bu sorular güçlü gibi görünen kişinin, ne kadar güçsüz ve korkak olduğunu gösterir!
Oysa, gidebilme özgürlüğünü hissettiğimiz yerde kalmaktır güzel olan. Bu özgürlüğü bize kim verir, kimse veremez. Elimizden alan ise, kendi korkularımızdır.
Hepimiz vitrine çıkmak istiyoruz. Hayat bir vitrine dönüşüyor. Vitrinin dışındakiler de camın öte yanına geçmek istiyorlar. Çok ama çok küçük bir azınlık, vitrinin önünde içerideki milyonlarca maymunu hüzünlü hattâ büyük bir acıyla izlerken, camın içinde kalan çoğunluk onların ne kadar bakımsız, yüzlerinin ne kadar kırışık, pantolonlarının ne de acaip olduklarını söylüyorlar birbirlerine...
Melankoli, kapkara bir kepçedir. Kendi derinlerimize daldırdığımız kapkara bir kepçe. Ama yukarı çıkardığımız balçık kendi hamurumuza eklenir. Eğer çıkabildiysek karanlıktan, iyi gelir bize. İnsan ki; kendi aynasında büyüdükçe küçülür, küçüldükçe büyür.
Kediye 'Öte' ismini koydum. Onu yaşamla ölümün, özgürlükle mahkumiyetin, bilinenle bilinmeyenin, çoklukla tekliğin, gitmelerle kalmaların tam arasında gördüm. Hem cesurdu hem de tedirgin. Seçim yapması gerekti çünkü. Seçmek özgür olmak demekti. Özgürlük ise zor işti. Sorumluluk demekti çünkü. Başka bir ihtimal yokken seçmek yoktu. Oysa bir ikincisi bile çıkması ihtimallerin seçmek demekti artık. Üç şey yapabilirdi güzeller güzeli 'Öte' cik... Bunlardan ikisi onu öyle ya da böyle mutlu ederdi. Üçüncüsü onu mutsuz kılacak tek seçenekti. Benimle gelmek veya orada kalmaktı yapabileceği iki şey. Üçüncüsü tam orta yerde beklemesi olurdu. Benimle gelse orada yaşayacaklarını, orada kalsa benimle yaşayacaklarını kaçıracaktı; ya da benimle gelse beraber yaşayacaklarımızı, kalsa orada yaşayacaklarını kazanacaktı. Ama her ikisini de yapmayıp tam yol ayrımında bekleseydi, sadece bekleyecekti. Hangisinin daha iyi bir fırsat, hangisinin daha iyi bir ihtimal olduğuna bir türlü karar veremediği için bekleyen ya da o kavşakta ayak üstü sevişenler gibi... Ya şunu kaçırırsam diye her gün sevişip aslında kimseyle gerçekten sevişmeyen, sevişmeleri asla kovalarını doldurmayanlar gibi... Herkesin, herkesin içine girdiğini sanırken; kimsenin, kimsenin içine girmediği giremediği o bomboş sevişmeler gibi. Yolların çokluğundan kararsız kalıp oradan dönme özgürlüklerini görmedikleri için korkarak kavşakta bekleyen, seçecekleri bir yolda görecekleri binlerce güzelliği kaçıran ya da o yolun devamındaki binlerce yeni ihtimali ıskalayanlar gibi... O 'ıssız' denen korkak 'adam'lar ve o korkak kadınlar gibi...
Kedi, beni tercih etmese de Öte ismini hak etti...
salak olun, delirin, saçmalayın, ahlakınızı yitirin, kötü şeyler yapın hiç fark etmez. eğer olduğunuz şey birilerinin olumlu ya da olumsuz ilgisini çekiyorsa artık siz pazarlama mecrası olabilirsiniz.