1492'de Amerika Kıtası, yeryüzünün gördüğü en trajik alışverişlerinden birine sahne oldu.Yerliler altın, yiyecek ve toprak verdiler, karşılığında salgın hastalık, yağma ve ölümle ödüllendirildiler.
Tanrı, hristiyan adını taşıyanların Amerika'da işledikleri böylesine korkunç, böylesine iğrenç baskıların intikamını aldığında kıyamet günü daha kolay anlaşılacak.
Yerliler önce onların gökten indiğini sandılar. Ta ki hristiyanlar onlara ve komşularına, binbir çeşit kötülük, hırsızlık, şiddet ve eziyet uygulayana kadar.
Kimin tek bıçak darbesiyle bir insanı ortadan ayıracağı veya tek mızrak atışıyla başını keseceği, ya da bağırsaklarını ortaya dökeceği üzerine bahse giriyorlardı. Anne sütü emen bebekleri zorla alıyor, ayaklarından tutup başlarını kayalara çarpıyorlardı. Bazıları ise onları yüksektenırmaklara atıyor, bir yandan da gülerek şakalaşıyorlardı.
Onu bir direğe bağladılar. Saint François tarikatından orada bulunan bir din adamı ona Tanrı'dan ve dinimizden sözetti. Yerli bey bunları daha önce hiç duymamıştı. Tarikat papazı, kendisini görkemli bir dünyanın ve ebedî istirahatin beklediği gökyüzüne gideceğine inanmak isterse, cellatların izin verdiği kısa süreden yararlanabileceğini söyledi. Aksi takdirde sonsuz acılar ve işkenceler çekeceği cehenneme gitmek zorunda kalacaktı. Biraz düşündükten sonra yerli reis Hıristiyanların gökyüzüne gidip gitmediklerini sordu. Papaz, iyi olanların gittiğini söyledi. O zaman, daha fazla düşünmedi. Böylesine vahşi insanlarla beraber olmamak, onları görmemek için cennete değil, cehenneme gitmeyi tercih ettiğini belirtti.