Herkes gözlerini uzaklara dikmiş, kimse yanındakini görmüyor. Duymuyor. Duysa da bir şey anlamıyor. Sözün kırılıp dökülmekten gayrısı gelmiyor elinden.
İki korku arasında büyüdüm ben. Biri sevgiyi kaybetme korkusuydu. Diğeri babamın yoluma düşen gölgesinin saldığı korku. Canın mı sıkkın? Üzüldün mü? Bunaldın mı? Yanlış mı yaptın? Öyle mi düşündün? Yavrum! Gel bana.
Koş. Deden geliyor.
Söz dinlemeyecek misin? Cevap mı vereceksin? Gâvur mu olacaksın? Orospu mu olacaksın? Anarşist mi olacaksın? Yasak! Yasak! Al sana.
Kaç. Baban geliyor.
Bunu söylemem gerek, hatta mutlaka söylemem gerek: İki korku arasında büyüdüm ben. Sonra korku benim sahibim oldu. Etten binama yerleşti. Pencerelerin arkasına sinip dışarıyı seyretti. Kafamı çevirmeye çalışsam da bir eliyle ensemden, diğeriyle çenemin altından tuttu. Beni kendi gözleriyle, kendi baktığı yerden dışarıya bakmaya zorladı.
Hayat her yerde var. Kelebeklerin kanadında, merdivenlerin gölgesinde, kumdan kalelerde, ayrıkotlarında, çukurlarda, uğultuda, boğazda düğümlenen yumrularda, kapalı kutularda, verilen sözlerde...
Ölmeseydi kimse. Yüzün dursaydı yerli yerinde. Lanet okuyorum bütün bu sayıklamalara.. Hayatımda hiç gereği ve birebir karşılığı olmadığı halde biriktirdiğim şeyleri düşünüyorum..
Sırtıma abanan ve beni sürekli tırmalayan, benimle birlikte yaşlanacak onulmaz yaralar, mezarından burnunu bile uzatması yasaklı sen, yalnızca kendimin gördüğü param parça yüzüm... Kim gördü bizi gerçekten? Kim duydu seslerimizi?.
Çocukların kıyıları vardır. Anneler görünmez atlarıyla giderler oraya.
Annelerin dağları vardır. Küstüklerinde giderler oraya... Çocuklar da, erkekler de bilmezler burayı, gitmez gidemezler..
Herkes gözlerini uzaklara dikmiş, kimse yanındakini görmüyor. Duymuyor. Duysa da bir şey anlamıyor. Sözün kırılıp dökülmekten gayrısı gelmiyor elinden..