-İnsanlar kendilerini nedense olduklarından başka türlü göstermek istiyorlar. Sanat, içimizde ki o zaaflar toplamı insanı en saf, en dokunulmamış hâliyle görmek ve göstermek ister belki de... Bizim içimizde biraz herkes var. Herkesin içinde de biraz biz...
Ne başı yastığa çeyrek kala uyuyan biriyim ne Yakup gibi pürüzsüz bir içim var benim. Kendime bir ninni söylemeye çalışıyorum. "Haydi, uyu yüreğim" diyorum. Say ki başucunda rüya gören bir mum yanıyor. Say ki uzak, ıssız bir dağ başında yeni başladı yağmur. Say ki doktorlar yanıldı, ameliyat filan yok. Haydi, yum gözlerini. Beğenmediğin, sevmediğin dünyayı göz kapaklarının dışına hapset. Bir jenerik geçir zihninden, bir öykü başlat. Bak, bir simitçi geçiyor. Bağır. Bir simit al. Sonra bir emekliler kahvesi ara kendine. Bin özgürlüğünün kanatlarına, görülmemiş düşlere, uyunmamış uykulara uç.. Haydi, yaslan kuş kanatlarına, uç yüreğim, uç ...
-Biliyor musun Yakup, diyorum. Üzerinde yaşadığın kürenin dörtte üçü sularla kaplı ve sen hiç deniz görmemişsin... Dahası da var, yaşadığın ülkenin üç yanı deniz...
Yakup yüzüme bakıyor.
-Boş ver, diyorum. Biz gördük de ne oldu? Dörtte üçü sularla kaplı bir küre üzerinde temiz kalabildik mi? Kirlettik üstelik. Kirletiyoruz. Boş ver Yakup. Senin denizlerin sana yeter. Turna gözlü dağ pınarların var senin. Şu deniz kabuklarına tekne diye düşlerini bindirip çıktığın uzak yolculuklara ben tanığım. Senin yolculuklarını biz şu çokbilmiş hâlimizle haritalarda görsek, ürpeririz. Senin denizlerini haritalarda görsek, boğuluruz. Biz düş yoksulu olduk Yakup. Benim sevgili çocuğum.