Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Kur'an Çevirilerinin Dünyası

Dücane Cündioğlu

Kur'an Çevirilerinin Dünyası Gönderileri

Kur'an Çevirilerinin Dünyası kitaplarını, Kur'an Çevirilerinin Dünyası sözleri ve alıntılarını, Kur'an Çevirilerinin Dünyası yazarlarını, Kur'an Çevirilerinin Dünyası yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bir düşünelim bakalım, "imana gelmezler" ifadesiyle "Onlar inanmazlar" ifadesi arasında ciddi bir alaka var mı? Yok, zira ilkinde, defalarca imana davet edildiği halde imana gelmeyen inatçılardan söz edilirken ve bu ibare mezkur cümlenin bir parçası olarak zikredilirken, sadeleştirmeciler bu inceliği anlayamamışlar ve "Onlar inanmazlar" şeklinde müstakil ve dümdüz bir cümle icad etmişlerdir.
Sizin anlayacağınız, aşılacak çok tepe var ve fakat henüz talib yok!
Reklam
Yöntemli çeviri, herşeyden evvel ciddiyet ve mesuliyet ister. Oysa "Parantezsiz Meal'in diğer bir zaafı, ciddiyet ve mesuliyet duygusundan yoksun bir çabanın ürünü olmasıdır. Hatırlayabildiğim kadarıyla, sayın Öztürk, bu çeviriyi üç yılda yaptığını söylemişti. Üç yılın ne kadarını bu işe ayırdıkları ayrı bir konu; fakat mesuliyet sahibi bir insan, üç yılda Amme Cüzü'nü bile çeviremez. "Ben üç yaşından, beş yaşından beri bu işlerle uğraşıyorum" şeklindeki sözlerin bir anlamı yoktur. Kur'an'ı Türkçe'ye çeviren meâl sahiplerinin özgeçmişlerini ve yayımladıkları eserleri tedkik ediniz, çoğunun, ömürlerini Kur'an ilimleri dışındaki işlere hasrettiklerini göreceksiniz. Yıllarca Tefsir İlmi yerine; fıkıh, tasavvuf, kelâm, tarih, vs, tahsil edip genel bir Arapça bilgisiyle ve bir-iki yıl bile emek sarfetmeden Kur'an çevirisi gibi muazzam bir işin altından kalkılabileceğini sanmak, ne yazık ki bizim çağdaş hocalarımıza özgü bir zaaftır. (İlahiyat hocası olmak, Kur'an'ı Türkçe'ye çevir mek için belki iyi bir başlangıç olabilir.)
Sayfa 144Kitabı okudu
Bu keyfiyet, Kur'an metnine, hem dili hem de kompozisyon açısından nev-i şahsına münhasır bir özellik kazandırdığından, çevirilerde bu hususiyetin dikkate alınması bir zorunluluktur. Çünkü Kur'an-ı Kerim, özü itibariyle yazılı bir metin (mektub) değildir; bilakis onun hakim vasfı meşfuh (ağızdan çıkan) ve mesmû (işitilen) bir hitab olmasıdır. Bu nedenle, Kur'an'ın bu vasfı göz önünde tutularak metin, önce konuşma dilinden yazı diline çevrilmeli, ancak daha sonra Arapça'dan başka bir dile çevirmeye teşebbüs etmelidir. Metindeki tekrarlar, kopukluklar, boşluklar, siga değişimleri, hitablar, vurgular, ünlemler, sualler, aktarımlar, takdim tehirler, ihtisar ve hazflar, kısaca konuşma diline mahsus özellikler ve bu özelliklerin metnin anlamını tayindeki rolleri önce tesbit edilmeli, yazı dilinin tüm imkanları (mesela: 'imla işaretleri') özenle kullanıldıktan sonra, metin, yazılı metin okurunun beklentileri ve alışkanlıkları dikkate alınarak çevrilmelidir.
Kur'an-ı Kerim'in nüzülü, bilindiği gibi 20 küsur yıllık bir süreç içerisinde parça parça (müneccemen) nazil olmak suretiyle tamamlanmış ve bu sebeple Kur'an-ı Kerim, bir defada nazil olmadığı gibi, yazılı metinlerin düzeniyle giriş-gelişme- sonuç şeklinde de kompoze edilmemiştir. Metnin kurgusu, birbiriyle irtibatlı ve fakat müstakil pasajlar halinde olup ayetler farklı zamanlarda, farklı mekanlarda, farklı konularda ve farklı topluluklara hitaben nazil olmuştur. Kur'an-ı Kerim'in tamamını ihtiva eden metin, Hz. Ebubekir döneminde 'yazılı' olarak biraraya getirilerek Mushaf adını almış ve Hz. Osman döneminde 'istinsah' yoluyla çoğaltılan bu Mushaf kompozisyonu değişmeksizin günümüze kadar gelmiştir.
"Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin Bülbül hamûş havz tehî gülsitân harâb"
Reklam
Bayram hutbesinde Kevser Suresi'ni tefsir ederken Kurban Bayramı ile Bayram Namazı'nı anlatan bir imam arkadaşıma, bir fırsatını bulup, Mekke'de nazil olan bir surede Bayram Namazı'nın ne işi olduğunu sorduğumda, bu sualin cevabını kendisinin de bulamadığını söylemişti.Keza bir hocaefendinin Kur'an ayetlerine istinaden, Adem ile Havva'nın çocuklarının üreme biçiminden ensest ilişkinin o zaman için bir zaruret olduğunu söylediğini; sonra da "zaruretler haramları mübah kılar" kaidesini delil diye öne sürdüğünü duyunca, "zaruret insanlar içindir, Allah için zaruret olmaz" demiş; bu arada fıkhi bir kaidenin mebde ve meada dair mesailde nasıl olup da istimal edildiğini anlayamamıştım.
Ne yazık ki bugün zihinlerde Kur'an'la Kur'an çevirileri özdeşleşmiş bir haldedir ve bu özdeşleştirme zaafı sebebiyledir ki bir müslüman, okuduğu Kur'an çevirisinde rastladığı çelişkili bir ifadenin, manasız, çirkin ve kaba bir benzetmenin üzerine gidemiyor; biraz gayret edip başka bir çeviriyle karşılaştırır da aynı ibareyi orada da görürse, bu sefer yerinden hiç kımıldayamıyor;-haşa- Kelamullah'tan şüphelenmek veya Allah Teala'nın Kelamı'nda bir hata aramak gibi bir cürm-i kebir işlemiş olacağını zannediyor.
Bir Kur'an çevirisinde, "Allah hiçbir nefse taşıyamayacağı yükü yüklemez" cümlesini okuyan bir müslüman, birkaç satır aşağıda, kendisinden, "Rabbimiz! Bize taşıyamayacağımız yükü yükleme!" şeklinde dua etmesinin istendiğini görse, "Allah Teala, hiçbir nefse taşıyamayacağı yükü yüklemediğine göre, niçin benden muhal olan bir şeyi talep etmemi istiyor?" diyebilir; okuduğu metinden şüphelenebilir mi?(Görebildiğim kadarıyla okurlar, çeviride hata arayacaklarına, kendi akıllarından şüphelenmeyi takvaya daha yakın buluyorlar.)
Bugün Kur'an'ın kendisini ya da bir çevirisini okuyan bir kimse, okuduğu ayetlerde msl.fıkıh kelimesini gördüğünde hemen bilinen anlamıyla fıhkı, tesbih kelimesini gördüğünde tesbih çekmeyi, zikir kelimesini gördüğünde zikir çekmeyi, ilim kelimesini gördüğünde bilimi, ümmi ya da cahil kelimesini gördüğünde okuma yazma bilmemeyi, küfür/kafir kelimesini gördüğünde inkar etmeyi(=ateizmi), şirk/müşrik kelimesini gördüğünde sıradan anlamıyla çoktanrıcılığı (=animizmi), oku emrini gördüğünde kitap okuyup tahsil etmeyi aklına getirmekte ve fakat bu sözcüklerin Kur'an'ın nazil olduğu dönemde farklı anlamlar taşıyabileceklerini hiç ama hiç düşünmemektedir.
100 öğeden 61 ile 70 arasındakiler gösteriliyor.