Aktörler öyle şanslıdırlar ki! Trajedi mi, yoksa komedi mi oynayacaklar; acı mı çekecekler, yoksa neşeli mi olacaklar; gülecekler mi, yoksa ağlayacaklar mı, kendileri seçebilirler. Ne var ki, gerçek hayatta durum farklıdır. Erkek ve kadınların çoğu yeterli olmadıkları rolleri oynamaya zorlanırlar. Guildenstern’lerimiz bizim için Hamlet oynarlar ve Hamlet’lerimiz Prens Hal gibi şakalaşmak zorundadırlar. Dünya bir sahnedir, ama rol dağıtımı iyi yapılmamıştır.
Serin dalgacıklar boğazına ve saçlarna dokununcaya kadar suyun içine daldı: sonra kafasını suyun içine soktu; sanki utanç verici bir hatıranın izini silmeye çalışıyordu. Küvetten çıktığında kendisini epey huzurlu hissetti. O anın enfes fiziksel şartları kendisine hâkim olmuştu, çok hassas kimseler için bu durum sık sık meydana gelir; çünkü duygular 'tapkı ateş gibi' yok ettikleri kadar arındırabilirler de.
Guildenstern'lerimiz bizim için Hamlet oynarlar ve Hamlet'lerimiz Prens Hal gibi şakalaşmak zorundadırlar. Dünya bir sahnedir, ama rol dağıtımı iyi yapılmamıştır.
Oscar Wilde’ın dalgacı üslubu çok keyif veriyor. Kahkaha atarak okudum ilk öyküyü, aynı zamanda çok da merak ettim ama sonunu böyle beklemiyordum sanki aceleye gelmiş gibi hissettim. Tüm öyküleri ayrı güzel. İlk öykü düşündürücü yani ne düşünmemiz gerekiyor; ne yaparsan yap olacak olan olacak kaderini değiştiremezsin mi, kaderini değiştiremeyeceğini kendine inandırırsan gerçekten değiştiremezsin mi, kendi istediğin şeyi kader diye yutturmayı mı? Ben her şeyin bizim elimizde olduğunu düşünüyorum ama kitaptaki düşünceyi anlamaya çalışıyorum. Ayrıca lord Arthur’un psikolojik olarak ne hastalığı var acaba? Sonunda en azından bir pişmanlık beklerdim…