Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Kur'anı Tasavvufun Esasları

Medaricu's Salikin 1. Cilt

İbni Kayyim El Cevziyye

Medaricu's Salikin 1. Cilt Gönderileri

Medaricu's Salikin 1. Cilt kitaplarını, Medaricu's Salikin 1. Cilt sözleri ve alıntılarını, Medaricu's Salikin 1. Cilt yazarlarını, Medaricu's Salikin 1. Cilt yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İlâhlık Sıfatları: Bunlar teşbîhten, temsilden, ayıp ve noksanlıklardan münezzeh olan kemâl sıfatlarıdır. Bundan dolayı Allah Teâlâ güzel isimlerini bu büyük isme izâfe etmektedir: "Güzel isimler Allah'dır" (A'râf, 180)
Güzel isimlerin manalarını ortadan kaldırmak isimler konusundaki en büyük inkârdır. Allah Teâlâ buyuruyor ki "Allah'ın isimleri hakkında sapanları (inkâra gidenleri) bırakmaz, yapmakta oldukları şeyin karşılığını göreceklerdir." (Arâf,180) Eğer bu isimler bir mana ve özellik taşımasalardı, bu isimlerin köklerinden bahsedilmez ve bunlarla vasıflanılmazdı. Fakat Allah kendisinden bu isimlerin asıllarıyla bahsetmekte, onları kendisine isnâd etmekte, Resâl de bunu ikrar etmektedir. Allah Teâlâ, "Doğrusu Allah, Rezzâk, sağlam ve kuvvet sahibidir." (Zâriyât, 58) buyurur. Bundan anlaşılır ki "el-Kavi", O'nun isimlerindendir. Manası "kuvvetle nitelenmiş" demektir. " Bütünüyle izzet Allah'indir." (Fâtır,10) ayeti de böyledir. Aziz, izzeti olandır. Eger Allah kuvvet ve izzet sahibi olmasaydı, ne Kavi ve ne de Aziz ismiyle anılırdı." Allah onu ilmiyle indirdi." (Nisâ,166), "Biliniz ki o, ancak Allah'ın ilmiyle indirildi." (Hûd, 14), "Onun ilminden hiçbir şeyi ihata edemezler." (Bakara, 255) ayetlerindeki durum da aynıdır.
Reklam
Rabb Teâlâ'nın isimleri, Onun kemâl sifatlarına delalet eder. Bu isimler sifatlardan türetilmiştir. Bir kısmu isimleri, diğer kısmı da sıfatlarıdır. Bundan dolayı da güzel isimler (esmâ-i hüsnâ) olmuşlardır. Zira bunlar birtakım manasız lâfizlardan ibaret olsalardı, güzel olmazlardi, medh ve kemâle de delâlet etmezlerdi. Yine böyle olsaydı Gazab ve intikam isimlerinin rahmet ve ihsân makamında bulunması câiz olurdu. Bunun aksi de vârid olurdu. Bu durumda meselâ, "Ey Allahım! Ben kendime zulmettim, beni bağışla; zira sen Müntakimsin (intikam sahibisin). Ey Allahım! Bana ver, sen zarar veren ve mâni' olansın." demek gerekirdi ki bunun yersizliği açıktır.
Eğer, "Allah Teâlâ kullarıyla konuşmaz" denilecek olursa deriz ki, hayr şüphesiz Allah kullarıyla konuşmuştur. Kullarının bir kısmıyla perde arkasında konuştu, bir kısmıyla da Mûsâ (a.s.)'da olduğu gibi vasıtasız konuştu. Allah bazı kullarıyla melek olan elçisinin lisânıyla konuştu. Bunlar nebilerdir. Allah Teâlâ diğer insanlarla da resâllerin lisânıyla konuştu. Allah, rusâllerin diliyle olan kendi konuşmasını, resulleri aracılığıyla kullarına iletti. Rusaller de insanlara, "Bu Allah'ın konuştuğu ve bizim size tebliğ etmemizi emrettiği kelâmıdir." derler. Bundan dolayı selef, "Kim Allah'ın Mütekellim olduğunu inkâr ederse o resûllerin hepsinin risâletini inkâr etmiş olur. Çünkü risâletin esası Allah'ın kelâmını kullarına tebliğ etmekten ibarettir. Allah'ın kelâmı inkâr edildiği zaman risâlet de nefyedilmiş olur." demişlerdir.
Allah Teâlâ, zâlimlerin, inkârcıların söyledikleri şeylerden yüce ve münezzehtir. Allah Teâlâ halili İbrâhim (a.s.)'in, babasına huccet getirişini hikâye ederek şsöyle buyurur: "Ey babacığım! Niçin işitmeyen, görmeyen, sana biçbir fayda vermeyen şeylere tapryorsun." (Meryem, 42) Eğer İbrâhim'in tanrısı da bu vasıfta ve seviyede olsaydı, babası Azer ona, "Senin ilâhin da böyledir, nasıl olur da benimkini inkâr ediyorsun?" derdi. Fakat Azer, müşrik olmakla beraber Allah'ı Cehmiyye'den daha iyi tanıyordu. Aynı şekilde Kureyş kâfirleri de müşrik olmakla beraber Allah'ın sıfatlarını ve yaratıklardan üstün oluşunu kabul ediyorlardı. Yine Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Musâ kavmi, Musâ gittikten sonra süs eşyalarından böğürerek ses çıkaran mücessem bir buzağı heykeli yaptılar, onu tanrı edindiler. Sanki onlar o buzağının kendileriyle konusup onları doğru yola iletmeyeceğini bilmiyorlar mı? Fakat o buzağı beykelini ilâh edindiler ve zâlim oldular.' (A'râf, 148) Eğer mahlûkātın ilâhı da böyle olsaydı, onlarin bu konuda inkârlarına ve ilâhlarının bu şekilde bâtıl olduğuna istidlâle gerek kalmazdı.
Sırât-ı Mustakim yolcusuna muhâlefet edenler, her ne kadar sayıca çok görünseler de, kıymetleri azın azıdırlar. Nitekim seleften bazıları, "Sana hak yolunu tavsiye ederim. Hak yolunun yolcularının azlığından endişeye kapılma! Aman, bâtıl yolundan da sakın! Helâk olanların çokluğu seni aldatmasın!" demişlerdir. Ne zaman yalnız kaldığını hissedersen geçmis dostlarını hatırla ve onlara katılmaya çalış. Onların dışındakilerden yüzünü çevir. Çünkü onlar Allah katında sana hiçbir sey sağlayamazlar. Yolunda sana bağıracak olurlarsa onlara iltifat etme. Onlara dönüp de bakacak olursan şüphesiz seni yakalayıp yolundan alıkoyarlar.
Reklam
Şunu iyi bilmelidir ki, Sırât-ı Mustakime talip olan kişi, gerçekten çoğu kimsenin yüz çevirdiği bir işe talip olmuş, refiki çok az fakat son derece izzetli olan ve nefsin yalnız kalma endişesine kapıldığı, ünsiyet edecek bir yol arkadaşına ihtiyaç duyduğu bir yola girmeye teşebbüs etmiş kimsedir. Hal böyle olunca, Allah Tealâ Sırât-ı Mustakim talebine bu yolda kendisine arkadaşlik edecek olanları göstermiş ve onları şöyle bildirmiştir: "Onlar; Allah'ı kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlihlerdir. Onlar ne güizel arkadaştırlar." (Nisâ, 69) Allah Teâlâ sırâtı kendi yoluna sülâk eden dostlara izâfe etmiştir. Bunlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği kimselerdir. Allah Teâlâ bunu, hidâyete ve yoluna girmeğe talip olan kişiden, hemcinsleri ve zamanının insanları arasında yalnız kalma endişesini gidermek, bu yoldaki dostlarının Allah'ın kendilerine nimet verdiği kimseler olduğunu ve yoldan çıkanların muhâlefetine aldırmaması gerektiğini bildirmek üzere beyan etmiştir.
Doğru yol Allah'ın yoludur. Daha önce de söylediğimiz gibi Allah sübhânehu, doğru yolun kendi uhdesinde olduğunu ve kendisinin de doğru yolda olduğunu haber veriyor. Bu durum, Kur'ân- Kerim'de iki yerde Had ve Nahl surelerinde belirtilir. Hâd Sâresi'nde, "Hiçbir canlı yoktur ki Allah onun perçeminden tutuyor olmasm, doğrusu benim Rabbim doğru yoldadır." (Had, 56) buyrulur. Aynı şekilde, "Allah iki kişiyi ömek veriyor; birisi hiçbir şeye muktedir olmayan dilsiz, her durumuyla sorumluluğu mevlâsına ait, onu nereye gönderse bir işe yaramaz, hayr getirmez. Bu kimse ile doğru yolda olup da adâleti emreden diger kimse bir midir?" (Nahl,76) buyruluyor. Bu, duymayan ve işitmeyen putlar için Allah Teala' nın verdiği bir örnektir. Bu putlar konuşmaz ve akledemezler; bütün işlerini kendilerine tapanlar yapar. Tapıcısınin kendilerini taşimasına, bir yere dikmesine ve hizmet etmesine gerek duyarlar. Nasıl olur da ibâdet ve tevhidde adaleti emreden Allah'la o putları bir tutarlar? Oysa Allah Kadir'dir, Mütekellim' dir, Gani'dir, filinde ve sözünde doğru yoldadır. Allah'ın sözü rüşddür, hidâyettir, nasihattir. Fili hikmettir, adâlettir, rahmettir, maslahattır. Bu, ayet hakkındaki görüşlerin en doğrusudur.
Kul, cehennem üzerine kurulacak olan sırât üzerinde, Allah'n dünyadaki sırât-ı müstakîmine bağlılığı ölçüsünde kalacaktır. Oradaki sırât üzerinde yürüyüşünün hızı, bu dünyadaki sırat üzerinde sebatına bağlı olacaktır.
"Rahmân" isminin hakkını veren ve gerçeğini kavrayanlar, bu ismin yağmur indirip yeşillikler bitirmek ve taneler çıkarmaktan daha büyük manalar taşıdığını, peygamberler göndermek ve kitaplar indirmek gibi daha mühim işleri ihtivâ ettiğini bilirler. Rahmetinin, kalplerin ve ruhların ihyâsini, beden ve cesetlerin ihyâsından daha fazla gerektirdiğini anlarlar.
Reklam
Fatiha Sûresi Hakkında
Bu surede ma'bûd olan Allah Tealâ üç isimle tanıtılmıştır. Bu üç isim Allah'ın güzel isimlerinin ve yüce sıfatlarının mihveri ve medârı olan Allah, Rabb ve Rahmân isimleridir. Bu sure ilâhlık, rablik ve rahmet üzerine kurulmuştur. "Sadece ve sadece sana ibâdet ederiz" cümlesi ilâhlığa mebnidir. Yalnzca senden vardım isteriz." Rablik esasına dayanmaktadır. Doğru yola hidâyet istemekse Allah'ın Rahmet sıfatıyla olur. Hamd (hamd edilme) vasfı ise O'nun bu üç ismiyle ilgilidir. O, ulâhiyetinde, rubûbiyetinde ve rahmetinde de övülmüştür.
Hak, iman ile ameldir, iman ve amel de ancak bunlar için sabretmek, başkalarına da sabrı tavsiye etmekle tamamlanır. Böyle olunca insana yakışan hayatının her saatini hatta her nefesini yüce gayeler elde etme yolunda harcaması ve neticede apaçık hüsrandan, sonunda pişmanlık duymaktan kurtulmasıdır. Bu da ancak Kur'ân'a yönelmek, onu anlamak, düşünmek, hazinelerini keşfetmek, definelerini ortaya çıkarmak, dikkati onun üzerine yoğunlaştırmakla olur. Doğrusu Kur'ân, insanların hem bu dünyadaki hem de öteki dünyadaki menfaatlerine kefildir.
Rabbinin kitabindan ve Allah Resalü'nün (s.a.v.) sünnetinden yüz çeviren kimse beşeri fikirlerle Rabbinden kurtulabileceğini mi zannediyor?! Veya birçok araştırma yaparak, diyalektiğe başvurarak, kıyas şekillerini ve türlerini bilerek veya "işârât", "şatahat" ve hayâl nevileriyle mi Allah'ın azabından kurutulacağını zannediyor?!
Düsüncesini ve niyetini bidat hevâ ve bağnaz fikirler üzerine bina eden, gizli düşünceler, niyetler açığa çıktığı gün Rabbini ne zanneder?! Bahanelerin ve mazeretlerin fayda vermediği bir günde Kur'ân'ı terk edip ona sırt çevirenlerin acaba O gün mazereti nedir?!
Onlar bu devirde de Kur'ân ayetlerini adına para basılıp, hutbe okunan ama geçerli hükmü ve de otoritesi bulunmayan halife mevkiine koymuşlardır. Onlara göre Kuran ve sünnete sarılan, zâhirle yetinen ve aklı bilgiyi kullanmaktan nasibi olmayandır. Onlarca, birbiriyle çelişkili ve tutarsız fikirleri taklit eden, onların peşi sıra giden, muteber ve faziletli insandır. Onlara göre Kitap ve Sünnet ehliyle Kur'ân'ın ayetlerini birinci planda tutanlar ve başka görüşlere tercih edenler, câhil ve geri zekâldırlar. "Onlara, inananlar gibi sizde inanı denilince, Sefihlerin inandığı gibi mi inanacağız? derler; hayır, olsa olsa sefih onlardır, fakat onlar kendilerinin sefih olduklarnı bilmiyorlar" (Bakara, 13)
59 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.