Hasip Efendi kırk yıldır böcekçiliğe bağladığı hayatını, şimdi hasta yatan Fotika'sını, bu katil fabrikaların öldürdüğü, öldüreceği kızları düşünüyordu.
Kuşkusuz görüyordu, inanıyordu, artık inanmıştı, her ay bir genç kız zayıflayarak, öksürerek, terlemiş şakaklarına saçları yapışarak, sabırlı, dayanıklı eriyor, bir gün artık evinden çıkamayarak köşesinde ölüyordu.
Kırk yıldır böyle kaç gencin acıklı ölümlerini seyretmiş, kaç genç tabutunun arkasından yürümüştü. Üç dört kuruşa karşı on dört saat kaynar sular başında, pis kokular, hasta nefesler emerek zehirlenen, tazeliğinden, kızlığından, gözlerinin pırıltısından her gün bir zerre kaybederek toprak olan vücutlara çok acıyor, bu dertlere alışamıyordu.
Özellikle bugünlerde, sevgilisinin de hastalandığı bu korkunç haftalarda; fabrikanın cinayetlerine ne kadar lânet okuyor, biraz da kendisi aracı olduğundan dolayı ne derece acı çekiyordu. Artık iyice anlaşılıyordu:
O geçerken, torunlarını gömmüş yaşlı nineler, başlarını çeviriyorlar, sonra bir öc dolu gözle kendisini uzun uzun inceliyorlardı.
Bu beyaz hâleler içinde donuk, kirpiksiz hasta gözler! Onların ne acıklı bir bakışı, ne sessiz bir feryadı vardı; bunları hissettiği, bakışlarından üzüntü içinde kaldığı halde
"Öldüren ben değilim!" diye haykıramamak ne kadar gücüne gidiyordu.
Hasip Efendi uyuyamıyordu; işçilerini düşünüyor du.
Ah zavallılar!..