Nazım, tüm yapıtında diyalektik materyalist mantığa bağlı kalmıştır denebilir. Belki şu nedenle: Nazım'ın 1925-1940 arasında anladığı bağlamda, Marksizm/komünizm her türlü muğlaklığı ortadan kaldırmış; doğal, toplumsal ve bireysel tüm karmaşıklığı ve çelişkileri sona erdirmiştir. "Vakt-i kerahet" geldiğinde denize karşı demlenen Cevdet Bey'in ruhu "demir çarıklıdır" ve "bir hamam tasının mahrem şehveti" ve "koynuna ilk girdiği kızıl saçlı kadının" anısı ile titremektedir. Nazım Hikmet için modern kent, aslında tam da Necip Fazıl'ın korkusunu biçimlendiren olumsuz özellikleri dolayısıyla haksızlığın ve isyanın, dönüştürüm isteğinin mekanı olmuştur. Nazım Hikmet, modern kentin çatışmacı gerçekliği karşısında mücadeleyi değil, tevekkülü ve içe katlanmayı seven maneviyatçı bireye karşı o tarihlerde iyimserliği açıkça görülen başkaldırıcı/yapıcı tarihsel özne olan proletaryayı öne sürmüştür.
Kapitalistleşme sürecini yaşayan Türkiye'de, doğayla şeyleşmiş bir ilişki içinde insan. Yabancı ona. Çünkü doğanın kendiliğinden biçimde, aracısız sahiplenilebilecek öğeleri; deniz, güneş, orman, dağ artık birer meta. Dolayısıyla onlardan yararlanabilmek ancak satın almakla olası. Ama böylece doğayı olduğu gibi yaşayamıyor insan. Onunla olmuyor. Ona bütünüyle ya da geçici biçimde sahip oluyor. Üstelik bu sahiplenme apaçık bir sınıfsal içerik yansıtıyor. Doğaya gerçek anlamda yerleşebilenler egemen sınıf(lar}ın üyeleri. Alt gelir gruplarının ve işçi sınıfının üyelerinin doğaya çıkabilmesi, bütün bir yıl en temel gereksinimlerden tasarruf yapılmasıyla ya da borçlanmayla olanaklı. Ama bu koşullarda bile ancak pansiyonlara sığınabiliyorlar. Doğayla birliktelikten söz edilebilir mi burada? Yaz boyu, binlerce, on binlerce kişinin arasında böylesine bir birliktelik olanaklı mı? Doğayla bütünleşme denen, aslında turizm sanayiinin üretip beslediği tatil ideolojisi'nin zorunlu kıldığı pratikten başka bir şey değil.
Metropol, lüksün üretildiği ve tüketildiği uzamdır. İstanbul'un büyük caddelerinde ve semtlerinde kolaylıkla izlenebilir bu olgu: İstiklal Caddesi'nde, Bağdat Caddesi'nde , Osmanbey ve Şişli'de, Altıyol'da. Bulvarlar, Benjamin'in vurguladığı gibi flaneur'ün gerçekliği gözlediği ve son kertede yoksulla zenginin varlıklarını karşılıklı olarak algıladıkları, birbirlerini fark ettikleri yer olmaktan çıkmıştır artık. Bulvar, şimdi her türlü lüksün bir tür eşitlenmişlik kisvesi altında pazarlandığı ve görüntüsel tüketiminin sağlandığı yerdir: Herkes dilediği sürece Ak merkez gibi alışveriş mağazalarında (bazılarında sinema bile bulunmaktadır) "window shopping" (camekan alışverişi) yapabilmekte ve eğlenebilmektedir. Malik olamasak bile lüksü gözlerimizle tüketebiliriz