Aramızda sadece birkaç adım mesafe vardı.Kalbim kafesinde çırpınıyor,nefesim hızlanıyor ve gözlerim kararıyordu,öyle hissediyordum.O yaşlı adamdan ayıramıyordum gözümü ve başka bir yere bakamıyordum.Hem de titriyordum ama nedenini bilmiyorum.Korku değildi tam olarak hissettiğim şey.Daha farklı daha fazla bir hâl…
“Bu yol yalnız yürünmez evlat.Bu yük yalnız taşınmaz”diye bir ses çıktı beyaz sakallarının arasında kırmızı bir mercan gibi duran dudaklarından.
“Siz”dedim ve yutkundum birkaç kez.Konuşmakta zorlanıyordum.”Siz,gecenin bu vakti,burada ne yapıyorsunuz?”
“Sırları saklamak için en kıymetli vakittir gece.Sırrımı saklıyorum.”
“Ne sırrı?”dedim tekrar yutkunarak”nereye saklıyorsunuz?”
“Gönlüne saklıyorum evlat.Onlarca asırlık bir sırrı senin gönlüne saklıyorum.”
Hiçbir şey anlamadım.Anlayacak hâlim de yoktu zaten.Ve soracak gücüm de…Aklım”kaç,git”diyor,gönlüm”ellerine sarıl”diye haykırıyordu.Sadece çok fazla düşünemeden ve titreyen dudaklarımın arasından bir sual düşüverdi:
“Peki,siz kimsiniz?”
“Bu yolda yoldaşınım senin,bu sırda sırdaşınım.Dedenin duası kabul oldu”dedi.
“Şunu da unutma,ecdat Ayasofya’yı almakla zulmetmiş olmadı.Hatta şöyle söyleyeyim onların söylediği gibi Ayasofya’yı almamızla zulüm başlamadı,Ayasofya’yı almamızla zulüm bitti.Onların”kendi mebedimiz”dedikleri bu yerde yaptıkları rezillikleri tarih kitapları bile utana sıkıla yazar.Fatih Sultan Mehmed,Ayasofya’ya girdiğinde mabet harap hâldeydi.Her yanı yıkık,dökük…Söylemekten ar ediyorum ama her yanı pislik içindeydi.Fatih Sultan Mehmed Ayasofya’yı kurtardı evlat.Onların elinden kurtardı.İstanbul topla,kılıçla,cenkle fethedilmedi;duayla ve inançla fethedildi.”
Gecenin karanlığında ve onca sessizlik arasında ne hoş bir sesti yağmur sesi.Kimsecikler yoktu etrafta ve bu yağmurda aklı olan insan da çıkmazdı zaten dışarı.Oysa ben buradaydım işte.Etrafıma bakındım öylece,sustum.Yağmurlu havaları severdim hep zira gözünden akan yaş görünmezdi insanın.