Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Moğolların Büyük Hanına Seyahat 1253 - 1255

Wilhelm Von Rubruk

Moğolların Büyük Hanına Seyahat 1253 - 1255 Sözleri ve Alıntıları

Moğolların Büyük Hanına Seyahat 1253 - 1255 sözleri ve alıntılarını, Moğolların Büyük Hanına Seyahat 1253 - 1255 kitap alıntılarını, Moğolların Büyük Hanına Seyahat 1253 - 1255 en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Güzel masallar :D
Bir defasında Hitay'dan bir rahiple beraber oturmaktaydım. Kırmızının en güzel tonundan bir giysiyle kuşanmış olduğu için, ona bu rengin nereden kaynaklandığını sordum. Bana, Hitay'ın doğu kısımlarında çok yüksek kayalıkların bulunduğunu anlattı. Bu kayalıkların üzerinde, tamamen insan suretinde ama sadece dizlerini bükemeyen ve bu yüzden sıçrayarak yürüyen canlıların yaşadığını anlattı. Sadece bir dirsek boyunda olup, bütün vücutları saçlarla örtülü imiş ve erişilemez mağaralarda otururlarmış. Onları avlamak isteyen insanlar, yanlarına çok tesirli içki alıp, tasa benzer kapları mağaralara koyarlar ve içine içki doldururlarmış. Hitay'da henüz yeni asma çubukları ekmeye başladığı halde, şarap yoktur. Daha çok pirinçten içki elde edilir. Sonra avcılar saklanırken, bu acayip yaratıklar gelip, içkileri içer ve "Çin çin! " derlermiş. Bu yüzden de adları Çin-çin'dir. Çok sayıda birlikte gelirler, içkiyi alırlar ve sarhoş olduktan sonra şurada burada uyurlarmış. Şimdi avcılar gelir, uyuyanların ellerini ve ayaklarını bağlar ve boyunlarında bir damarı delip, üç dört damla kan aldıktan sonra bırakırlarmış. Rahibin söylediğine göre işte giysilerinin değerli rengi bu kandan geliyormuş. Ayrıca bana Hitay'da bir eyaletin bulunduğu, buraya kim hangi yaşta girmişse o yaşta kaldığı da anlatıldı. Fakat, ben bu türlü şeylere inanamam.
Möngke Han iki kişinin bile geremeyeceği kuvvetli bir yay ve uçları gümüş olan 2 ok getirtti. Bu okların ucu delikli olup, fırlatıldıklarında sazdan yapılma düdükler gibi ıslık çalıyorlardı. Theodolus ile göndermek istediği Moğollara şöyle söyledi: " Bu adamla beraber Frank kralına gideceksin ve benim maksadımla bu şeyleri ona vereceksin.
Reklam
Avrupa'da Moğol kavmi hakkında canlı bir resim elde edilmişti. Rubruk'tan sonra Asya ile irtibat kesilmedi. Sa­yısız rahip ve tacirlerden sonra bu tecrübeyi değerli seyyah Marka Po­lo yaşadı. Meşakkatli, uzun ve tehlikesiz olmayan Çin yolculuğu, çok geçmeden deniz yoluyla çözüme kavuştu. Rubruk'dan 100 yıl sonra Tanca'lı Arap
Pers İmparatorluğu'nun kurucusu olan Kiros [M.Ö.555-530] ve ha­lefleri, verimli Amuderya ile Sirderya (Ceyhun-Seyhun) nehirleri arasın­da [Maveraünnehr] hüküm sürdüler. Kiros bizzat, antik kültür dünyası­nın bir üyesi olan Asyalı kavim Massagetlerle savaştı ve Herodot'da Darius [M.Ö.522-486]'un Karadeniz'in kuzeyinde İskitya'ya girdiği­ni okuyoruz. Orta Asya step kavimlerinin tipik bir hayat tarzları vardır. Sadece tabiata muhtaç olan göçebelik, ziraat istemez ve insanlara sabit bir yer­leşim olmadan yaşamayı mümkün kılar. Otlaktan otlağa sürülen muh­telif hayvanlar, hayatın beslenme, giyinme, çadırda barınma ve yaka­cak ihtiyaçlarını karşılayan vaz geçilmez unsurları idi ve hala öyledir. Böylelikle göçebe, hayvanlarına tam olarak bağımlıdır ve bu onun atı ve deveyi hem nakliye hem de savaş aracı olarak geliştirmesine vesile olmuştur. At ile olan sürekli mesaisi ve ok ve mızrağıyla göçebeler, Av­rupa 'nın ağır teçhizatlı ordularını mağlup ettiler. Baskın yapma ve sa­vaş anındaki taktikleri, yaşam tarzlarından dolayı dâima hareketlilik ol­muştur.
Orta Asya step kavimlerinin tipik bir hayat tarzları vardır. Sadece tabiata muhtaç olan göçebelik, ziraat istemez ve insanlara sabit bir yer­leşim olmadan yaşamayı mümkün kılar. Otlaktan otlağa sürülen muh­telif hayvanlar, hayatın beslenme, giyinme, çadırda barınma ve yaka­cak ihtiyaçlarını karşılayan vazgeçilmez unsurları idi ve hala öyledir. Böylelikle göçebe, hayvanlarına tam olarak bağımlıdır ve bu onun atı ve deveyi hem nakliye hem de savaş aracı olarak geliştirmesine vesile olmuştur... At ile olan sürekli mesaisi ve ok ve mızrağıyla göçebeler, Av­rupa 'nın ağır teçhizatlı ordularını mağlup ettiler. Baskın yapma ve sa­vaş anındaki taktikleri, yaşam tarzlarından dolayı dâima hareketlilik ol­muştur.
Raventa suyu deve sidüğü olabilir zannımca.
Wilhelm Usta hastalandı. İyileşme yolundayken, rahip onu muayene etti ve içmesi için Raventa suyundan verdi. Böylece çok geçmeden ölümüne sebep olabilirdi. Onu ziyaret edip de gittikçe fenalaşan bir durumda bulduğum zaman, neler yiyip, içmiş olduğunu sordum. Bana, rahibin kendisine zikredilen sudan verdiğini söyledi. Bu suyun kutsal olduğuna
Reklam
Hitay'da diğer bir para da pamuktan bir yapraktır. Bir el büyüklüğünde olup, üzerinde satırlar ve Möngke'nin mührü basılıdır. Hitay halkı, ressamların kullandıkları gibi bir fırça ile yazarlar. Bir resme bir çok harfler yazarlar ve bunlar ya bir kelime ya da bir cümleyi ifade eder. Tibetliler bizim gibi yazarlar ve harfleri de bizimkine benzer. Tangutlar, Araplar gibi sağdan sola doğru yazarlar ama satırları aşağıdan yukarıya doğru sıralarlar. Uygurlar daha önce söylendiği gibi yukarıdan aşağıya doğru yazarlar. Rusların parası renkli olarak beneklenmiş, gri görünümlü küçük derilerden ibarettir
Tangutlar 1227'de Moğollar tarafından tamamen imha edildiler.
Rubruk, o devirde Fland'da St. Omer'de, bugünkü Fransa'da Deparment du Nord'da bir köy. O, ana dil olarak Almanca öğrendi. Tarikat biraderi Jacobus'un "Randricus" kelimesiyle tasdik ettiği gibi o bir Ram. Doğum tarihi bilinmemektedir. Ne kaynaklarda ne de kendi verdiği bilgilerde yılı tespit edilememekte. 1210
"Kuşkusuz eğer uhrevi şeylerden hisse almadıysanız, Hristiyan olunuz; zira Tanrı buyurmuştur: Kim inanır ve kutsanırsa mutlu olacaktır. Fakat, kim inanmazsa lanetlenecektir!" Bu sözler üzerine gülümsedi ve diğer Moğollar bizimle alay etmek için elleriyle alkışlamaya başladılar. Rehberim korkmaya başlayınca, onu sakinleştirmeye çalıştım. Yeniden sessizlik olunca konuştum: "Ben sizin oğlunuza geldim, çünkü onun Hıristiyan olduğunu duyduk. Ona Fransız kralından bir mektup getirdim. O, beni sizlere gönderdi. Sizler bunun sebebini herhalde bilmektesinizdir" . Bunun üzerine ayağa kalkmama izin verdi ve benim, tercümanın ve yoldaşlarımın isimlerini sordu. Her şeyi yazdırdı ve Avrupa'da bir ordu hazırlanarak savaşmak için yola çıkacağını duyduğunu söyledi. Cevap verdim: "Tanrı'nın Kudüs'deki evini işgal eden Müslümanlara karşı" . Sonra, bana daha önce kendisine elçi gönderilip gönderilmediğini öğrenmek istedi. "Size hiçbir zaman" dedim. Sonra oturmamızı ve kendi sütünden verilmesini emretti . Herhangi birisinin kendi çadorlarında kısrak sütü içmesini büyük şeref kabul ederler. Yere bir bakış fırlattığımda, derhal gözlerimi kaldırmamı istedi. Belki de bizi tam olarak incelemek istemekteydi. Fakat, bu karşılarındaki kimsenin üzgün bir görünüme sahip olmasını, özellikle de eliyle çenesini ya da yanaklarını sıvazlamasını kötüye yoran bir batıl inançtan da ileri gelmiş olabilir....
Moğollara bağlı olan ülkelerde Batu'nun ve Möngke Han'ın elçilerine yiyecek ve içecek sunmak adettir.
Reklam
Din değiştireceğim ama önce bir hanıma sorayım :D
...Paskalyada bizi bir Müslüman aradı. Bizimle sohbet edince, ona kendi inançlarımızı, İsa'nın doğumunu, ölülerin dirilmesini, ilk sorgula­mayı, vaftizle günahlardan arınmayı anlattık. Bu hayırlı işleri ve Tan­rı'nın kainatı yaratmasını işitince, vaftiz olmak istedi. Vaftiz için bütün hazırlıkları tamamladığımızda birdenbire atına atladı ve önce eve gidip karısına danışması gerektiğini söyledi. Ertesi gün yeniden bize döndü­ğünde, hiçbir surette vaftiz olmayacağını, zira böyle bir durumda artık kımız içemeyeceğini bildirdi. Gerçek bir Hıristiyanın kısrak sütü içeme­yeceğine dair bir kuralı o bölgedeki Hristiyanlar iddia etmekteydiler. Fakat, bu sahrada bu içki olmadan yaşamak mümkün değildir. Beyhûde yere onu kuruntularından kurtarmak istedim. Bundan o insanların sırf bu yüzden inancımızla aralarına mesafe koyduklarını anlayabilirsi­niz. Bu etki onların arasında yaşayan Ruslardan ileri gelmektedir.
Elli yaşlarında olan Cengiz Han, "Tanrının yeni kırbacı" ola­rak dünyayı fethe giriştiğinde genç bir maceraperest değildi. Çin'den Türkiye'ye ve Polonya'ya kadar çevik atlarının nalları her şeyi yerle bir ettiler ve tarihin o güne kadar yazmadığı bir imparatorluk kurdular.
Ertesi sabah arabamıza bir Nastûrî papaz geldi. Sonra Ko­yak'ın kardeşi geldi-ve geçen gün şehzadenin otağında giydiğimiz eşya­ları diğer mallarımızdan ayırdı. O, Sertak'ın önünde giymiş bulunduğu­muz giysileri ve kitapları kendi mallarıymış gibi aldı. Bunları Batu'nun önünde de giyeceğimizi Koyak'a bildirdiğim halde aldılar. Papaz bunları zorla kendine aldı ve "Sen bunları Sertak'ın önünde giyindin. Şimdi de Batu'nun önünde mi giyinmek istiyorsun?" dedi. Ona daha iyi bir şekilde izah etmek istediğim zaman da "Fazla konuş­ma, arabana git!" diye karşılık verdi. Gerçekten çok sabırlı olmalıydım, zira Sertak'ın huzuruna artık çı­kamazdık ve orada bizi haklı çıkaracak kimse de yoktu. Bunun dışında tercümanımın söyleyeceğim şeyleri farklı bir şekilde çevirmesinden de korktum...
Tibetliler:
Bunlar kendi insanlarını yiyen ama dindarlıktan kendi bağırsaklarını deşen bir insan ırkıdırlar. Fakat, bütün kavimler bu yüzden onlardan tiksindiği için, bu adeti bırakmışlardır. Buna rağmen yine de akrabalarının kafataslarından şölenlerde içerek, onları hatırlamak üzere kadehler yaparlar. Bunu bana olayı bizzat görmüş olan birisi anlattı.
Hristiyanlığı reddedip Nastûrî sempatizanı olan Güyük
Güyük Han, ittifak için Papa'nın ve Avrupalı prenslerin kendisine tabi olmasını talep etmekteydi. Bu amaçla sarayına gelmeleri gereki­yordu. Güyük'ün talepleri mektubunun giriş kısmında gayet açıktı: "Bütün Dünyanın en büyük ulusunun "Denizler Hakanı" olan biz, ebedi gökyüzünün (yani Tanrı) gücüyle şu emri verdik; bu
97 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.