Şimdi düşünüyorum da, ne tuhaf görünüyor olmalıymışım: dünyanın geri kalanına hiç ayak uyduramayan, sıska, dağınık, köşeli bir delikanlı. Ama dünyaya ayak uydurmak gibi bir istek ve çabam da yoktu.
Sonuç olarak, sorun, acı değildi. Acı, belki ilk nedendi, ama çok geçmeden yerini bir başka şeye daha elle tutulur, etkileri daha kolay kestirilebilir, yarattığı hasar çok daha şiddetli olan bir başka şeye bıraktı.
Benim için gerçek olan tek kişi Kitty idi ve onun yokluğu öylesine elle tutulur, öylesine eziciydi ki, başka hiçbir şey düşünemiyordum. Her gece, gövdemde aynı sancıyla, yeniden onun dokunuşunu duymak için çektiğim hep o aynı soluk ke- sici, sancılı özlemle başlıyordu ve ben ne olduğunu kavrayamadan, beni bir arada tutan dokular parçalanacakmış gibi bir gerilme yayılıyordu tenimin altına. Bu, en beklenmedik, en somut, en mutlak biçimdeki yoksunluk duygusuydu. Kitty'nin bedeni benim bedenimin bir parçasıydı ve o yanımda olmadan, kendimi artık kendim gibi hissetmiyordum. Bir yanım eksilmiş, sakat kalmış gibiydim.
Zamanla, iyi şeylerin, ancak onları fazlasıyla istemekten vazgeçtiğimde olduğunu, gerçekleştiğini farkettim. Bu doğruysa, tersi de doğru demekti: Yani bir şeyi çok fazla istemek, onun olmasını engelleyecekti.