Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Mülâkatlar

Burhan Bozgeyik

En Eski Mülâkatlar Sözleri ve Alıntıları

En Eski Mülâkatlar sözleri ve alıntılarını, en eski Mülâkatlar kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
B.Bozgeyik: Cumhuriyet döneminde, millî eğitimimizdeki tarih eğitiminin umumî bir değerIendirmesini yapar mısınız? Y. Öztuna:“Cumhuriyet dönemindeki bütün eğitimi ve bu arada tarih eğitimini, 1938’e kadar ve 1938’da sonra diye ikiye ayırmamız lâzımdır. 1938'e kadar Atatürk eğitimi hakimdir. 1938’den sonra Inönü eğitimi hakimdir. Diyeceksiniz
Öztuna:Osmanlı kültürü tarihin en büyük kültürlerinden birisidir. O devire kadar kurulmuş devletlerin en şahâseridir. Bu kadar muazzam bir devlet, son incelemelerden sonra daha da iyi anlaşılmaktadır ki, çok büyük bir kültüre oturmaktadır. Kültürü dar manasıyle ele alırsak; mimarlıkta, şiirde, musikide, güzel sanatlarda. Kültürü geniş manasiyle ele alırsak; Devlet teşkilâtında, ordu ve donanma teşkilâtında, teknikte Osmanlı kültürü, zamanın çağdaş kültürlerinin bazı asırlarda en ilerisi, bazı asırlarda üstünü, bazı asırlarda aynı seviyede bir kültür olarak devam etmiştir. Sürekli bir kültürdür. Sağlam temellere oturmuş. İslâmî temellere oturmuştur. Bu kültür, mutlak surette en gelişmiş İslâmî kültürdür. Dünyanın büyük kültürlerinden birisidir Osmanlı kültürü. .. Hiç öyle küçük görülecek bir tarafı yoktur. Küçük görenlere sadece acınır. Çılgınlık eseridir küçük görmek. Cehâlet eseridir. Zaten neyimiz var neyimiz yoksa biz o Osmanlı kültürüne borçluyuz. Bugün 1980 senesinde Türk kültürü diye birşey varsa Türkiye’de bunu açıkça ve selâhiyetle söylüyorum ki Osmanlı kültürünün kırıntılarından ibârettir. Yani o kırıntılarla biz yaşıyoruz. 0 kırıntılar olmasaydı bu gün Türk devleti yoktu. .
Reklam
Bozgeyik :Cumhuriyet dönemindeki eğitimimizin bir değerlendirmesini yapar mısınız? Tahsin Banguoğlu :Eğitim, her milletin kültür şartlarina ve kültür varlıklarına göre düzenlenir. Bizde Cumhuriyet eğitiminin baş hatası şu olmuştur: Cumhuriyet, Laiklik diye bir prensip getirdi. Biz, laikliği yanlış anladık. Laik devlet olur, laik millet olmaz. Millet dindardır. Laik insan olmaz. Ama bu yanlış anlayış neticesinde laiklik bir nevî maddecilik gibi bir tesir yaptı cemiyette. Eğitim de ona göre kuruldu. Materyalist bir eğitim kuruldu Türkiye’de. Baş hata budur. Bunun getirdiği hatalar vardır. Laik eğitim prensibiyle medreseler kaldırıldı. Medresede müsbet ilimler yoktu. Fakat onun yanıbaşında açılan mekteplerde müsbet ilimler vardı. Bu müsbet ilimlerin yanıbaşında, millî kültür bilgileri ve asıl millî eğitim vardı. Bu husus, millî kültür eğitimi zayıf tutulmuştur Cumhuriyet döneminde. Ihmal edilmiştir. Millî müesseselerin sağlam tutulması lâzımdı. “Düşününüz ki, Din dersleri kaldırılmıştır. Din derslerini tekrar koymak ancak, bakanlık yaptığım iktidar zamanında olmuştur. 1949'da ben Millî Eğitim Bakanı iken,ilâhiyat fakülteleri, İmam hatip okullarının bir kısmı benim bakanlığım zamanında açıldı. Türk büyüklerinin türbeleri kapatılmıştı. Onlar açıldı. Bu surette bir revizyon başlamıştı. Bu revizyon, millî değerlere doğru yöneliştir. Cumhuriyet döneminde maalesef millî değerler çok ihmal edilmiştir. Bu yeni yöneliş hüküm sürüyor. Ümit ediyoruz ki, bu millî yöneliş gittikçe kuvvetlenecektir.
‘Bozgeyik: Efendim Cumhuriyet döneminde tarih ve bilhassa dine karşı bir cephe alışı görüyoruz. Malumunuz bu durum fen kitaplarına kadar sirayet etmiş. Allah’ı inkar fikirleri ilim diye okutulmuş, insanın maymundan geldiği iddia edilmiş. Bütün bunlar için sadece Laikliğin yanlış anlaşılmasından ileri gelmiştir diyebilir miyiz... Bu durumu nasıl
“Emperyalizm meselesine gelecek olursak;'Avrupa emperyalizmi sadece istismara dayanır. Halbuki Osmanlılar gittiği yerleri istismar etmemiş, imar etmiştir. Budin, Bağdat, Kahire; Edirne ve Konya’dan farklı değildi. Hatta daha garibi, Budin’e devlet hazinesinden para gitmekteydi. Istismarcı devlet olsaydı Budin’i sömürürdü. Halbuki yeni bulunan belgeler açıkça göstermektedir ki takviye etmiştir. Osmanlı hakimiyeti, Batıdaki gibi bir istismara dayanmaz. Devlet, tebaasını Cenab-ı Hakkın bir Vediâsı olarak kabul etmiş, onu âdil ölçüler dahilinde huzur içinde yaşatmayı gaye, edinen bir adâlet nizamı kurmuştu.» Prof.Dr.Bekir Kütükoğlu
Ali Nihad Tarlan:Şiir ne vezindir, ne de kafiye. 0 ruhtan doğrudan doğruya doğar. Şimdi hatırıma geldi. "Ama olmaz ki, böyle de yatılmaz ki" iki kelime "Ama olmaz ki" fakat Türkçedeki ifadeye dikkat edin. «Yunus’un bir sözü var. Der ki: "Bana seni gerek seni." Bilir misiniz bu ifadede gramer hatası vardır. Lâkin başka bir ifade ile bunu söyleyemezsiniz. "Seni" kelimesi sonundaki mef’ülün bih edatı nedir? Her mefülün bir fıili, bir fâili vardır. "Bana seni gerek seni". "Y" orada en büyük belâgati haizdir. Işte şiir budur. Basit iki kelimeyle.. Sonra Karacaoğlan’ın "Ben senin derdini çekemem gönül" şaheser bir mısradır. Oradaki "Ben"i kaldırırsak "Senin derdini çekemem gönül" olur. Hayır "Senin derdini" deki "Sen"i kaldırırsak "ben derdini çekemem gönül" böyle değil. . . Bunu ifade edemiyor: "Ben senin derdini çekemem gönül" işte şiir budur. Fakat bunu bulan bu hazineyi keşfeden şair büyük şairdir. Şimdi onun içindir ki her devrin kendine göre bir sanat telâkkisi vardır. O şayan-ı hürmettir.»
Reklam
Samiha Ayverdi:Eski kadının büyük çoğunlukla okuyup yazması yoktu. Fakat ona cahil demek, yanlış olduğu kadar hatadır da. Zira eski kadın kendisine vicdani ve içtimai formasyonunu veren bir şifahi kültüre sahipti. Bunun neticesi olarak da memleket realitelerine aşina ve kelimenin tam manasıyla , vatanın su katılmamış, her hali, her tutumu, duygusu, düşüncesi, yaşayış ve hayatının bütünüyle yerli ve milli damgasını taşıyan bir varlıktı… İşte onda bu yerli olmak üstünlüğü, yolunu çizer, doğruyu eğriden, kurtuluşu tehlikeden, zararı faydadan ayırt ettirir, böylece de ana-kadm çekirdeği etrafında örgüleşen aile müessesesi, içtimâî bünyenin en küçük, fakat en sağlam ve yapıcı hücresini teşkil ederdi. Eski kadını, sabırlı, temkinli, vakârlı, şefkatli ve bilhassa hamiyetli ve gayretli kılan ve daha nice üstün vasıflarla silâhlandırmış olan kuvvet neydi? dersek, en küçük yaşından itibaren, maddî ve mânevî yapısının bütününde mevcut, gelenekleşmiş terbiye sistemi idi. Bu terbiye sistemi, adını sanını dahi ”bilmediği cedlerinden aktarıla aktarıla, tâ anasına kadar gelmiş, anasından da kendisine geçmiş, kendisinden ise evlatlarına ve torunlarına doğru tarihî ve an'anevî yolculuğunu devam ettirir olmuştu.“
Samiha Ayverdi: ..Ama kadının ismetli olması ve çocuklarına sahip çıkması kâfi görülmüyor. Halbuki dünyada Allah kadınla erkeğe ayrı vazife vermiştir. Yarışmaya lüzum yok ki... O kendi sahasının insanı olsun, öbürü kendi sahasının... Fizik yapısı, ruh yapısı ayrı. Kadın daha zarif, nazik ve duygulu yaratılmıştır. Yarışmaya lüzum yoktur. Yarışmak fıtrata karşı gelmektir. Şahsen, kadının iyi bir anne olmasını iyi bir memur olmasına tercih ederim. Annesiz çocuk şefkatsız büyüyor. Sıhhatsîz oluyor. Haşin oluyor.
Samiha Ayverdi:Gençliğe mânevî duygu kazandırmak, mânevî değerlerini tanıtmak lazımdır. İyilik ve kötülük insanın bünyesine aynı zamanda yerleşmiştir. İnsan, irade sahibi bir varlık olduğuna göre kendinde bulunan kötülüklerle mücadele etmesi insan oluşunun başta gelen vazifesidir. Bu mücadelede ise ona maddî güçlerin değil, mânevi kuvvetlerin yardımcılığı şarttır. Kanunlar ve yasaklar kötünün elini bir yere kadar kötülükten bağlar. Fakat fenâlık dediğimiz menfi ve zararlı davranışları gerçekleştirmek için kanunun bir açık yerini bulup istediğini yapması pek güç sayılmaz. Ancak hak ve hakikatle beslenip sağlama alınmış kimselerdir ki, onlar nazarında kanun bir fantaziden ibarettir. Zirâ bu kimseler kanunu kendi içlerinde taşırlar. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz; "İçindeki müftüden fetva almayan kimseye dışardaki müftülerin faydası olmaz." buyurur. Cemiyetin huzurunu tahrip etmeye matuf her hareket kötülük olduğuna göre İlâhi nizamı kendi varlığında tesis etmiş cemiyetlerdir ki, dünyanın yüzünü güldürür. Huzur ve âsâyişin bekçiliğini ederler. Bir de, şunu bilmemiz lazımdır ki mâziye sırt çevirmiş bir millet düştüğü yerden kalkamaz. Binaenaleyh tarihî ve millî değerlerimizin bu gün kaybettiğimiz anahtarını bulup o hazineyi açarak istifâde etmemiz gerekir.
Cemil Meriç kültür için şöyle diyor: "İnsanlar, yaşayan ve yaşamış bir kültür sayesinde acılarını yenebilir, hayatlarının yüceltebilirler; yaşamak için çaba harcamak yetmez. Olmak için de çaba harcamak gerek. İnsanınn kendi kendini fethi bu; mâşeri hümanizmanın inşası, bugünü mâziyle zenginleştirmek, mâzi ve istikballe kim böyle cihada katılmak istemez.» (Umrandan Uygarlığa, s. 102) Kültürle birlikte dilimize giren, bir de tabir var. <<Kültür Emperyalizmi». Bunun için de Cemil Meriç Hocanın düşüncesi şu: «Emperyalizmler tuzağa düşürmek istedikleri ülkeleri kültürleriyle fethetmezler. Kültürsüzleştirerek, kültürsüzlüklerine inandırarak yok eder.» (Mağaradakiler, s. 39)
Reklam
Milli kültürün temel unsurlari nelerdir? "Önce din, sonra dil, sonra bütün tarih.Bir kelimeyle irfan." Cemil Meriç
Faruk Kadri Timurtaş:Insan yalnız maddî unsurlardan ibaret bir varlık değil. Manevî tarafları da olan bir varlıktır. Hatta manevî tarafı daha da ağır basan bir varlıktır. Demek ki maddî unsurlar dışında manevî birtakım değerlere bağlı ve bu manevî unsurlara da ihitiyacı olan bir varlıktır. Insanın manevî tarafı da olduğuna göre bu manevî tarafıni da tatmin edilmesi lazımdır. İnsan hayatında manev'î tarafı teşkil eden en mühim müessese dindir. Din olmadan insanın manevî ihtiyacının tatmin edilmesine imkân yok. .. Bu bakımdan gerçek bir insan yetiştirmek, gerçek bir vatandaş, iyi bir insan yetiştirmek için mutlaka mânevî tarafın ihmal edilmemesi lazım. Bu da ancak din öğretimiyle kâim olabilir. Din öğretilmediği takdirde bunu meydana getirmemiz hiçbir zaman mümkün olamaz. Bunun için dinî öğretimin bütün okullarda ve her derecede öğretilmesinde büyük fayda görüyorum ve bunun mutlaka iyi bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekir.
Prof.Dr.Mehmet Kaplan:İslâmiyetin en mühim taraflarından birisi insanı, kâinatı ve Allah’ı bir bütün olarak ele almasıdır. Buna vahdet fikri diyoruz. Bu vahdet fikrine bütün dünyanın ihtiyacı vardır. Çünkü Batı medeniyeti, ilim, teknik, ve ihtisaslaşma dolayısiyle insanları birbirinden ayırmıştır. İnsanlar bütün kâinatı saran büyük birliğin içinde bulundukları duygusunu kaybetmişlerdir. Bu metafizik bir vakıadır. Bunu idrak etmeden, yâni bütün varlığı kavrayan Allah fikrine ulaşmadan insanların bugün içinde bulundukları hodgamlıktan, darlıktan, can sıkıntısından kurtulması mümkün değildir. Bunu Avrupa’da birçok filozoflar ve âlimler farketmişlerdir. Ve kâinattaki birliği en iyi ifade eden dinin İslâmiyet olduğunu anlamışlardır. Bizim de o harekete iştirak etmemiz lazımdır. Sonra, kudsiyet duygusunun insanlar için lüzumlu olduğuna kaniim insan ruhunun kudsiyete ihtiyacı vardır. İlim bize bu kudsiyeti veremez. Kudsiyet duygusu ilmin mahiyetine aykırıdır. İlim birlik fikrini de vermez. Şu halde metafizik zaviyeden derin mânâda birlik fikrinin ve kudsiyet duygusunun ancak İslâmiyet vaşıtasıyla insanlara telkin edileceğine kaniim. Ve bu duygunun, bu iki fikrin, yani vahdet düşüncesinin ve kudsiyet fikrinin bizim içerisinde bulunduğumuz havadan kurtulmamız için çok zarurî olduğuna kaniim.
Mehmet Kaplan:İslâmiyette sık sık; “kâinata bakın" diyor. "yıldızlara bakın"diyor. İşte, bunun gibi sadece âyetleri zikretmekle yetinmemeli, gerçekten öyle bir filim olmalı ki, "yıldızlara bakın!" dediği zaman bakmalı. Yahut, "bitkilerden ders alınız!" dediği zaman çocuklar bunun gerçekten derin bir fıkir olduğu gösterilmelidir. Yoksa bir kitap yazıp ta çok can sıkıcı bir şekilde din dersleri verilirse bu derslerin müspet değil menfi tesir uyandiracağına kaniim.
Günümüzde, tahsil gençliğinin içerisinde bulunduğu buhranlı durum muvacehesinde, eğitimin üzerine düşünceleriniz?. Bu buhran nereden kaynaklanmaktadır sizce?. Prof.Dr.Yılmaz Muslu:Önce durumu tesbit etmek lazım. Hastalık maddî değil mânevîdir. Bu sebeple çaresi de bu cinsten olmalıdır. Her organizmanın müdafaa mekanizması vardır. Maddî hastalıklara karşı doktor, hastahane gibi tedbirler düşünülür. Cemiyeti mânen yıkmağa çalışan cereyanlara karşı hangi müdafaa mekanizmasına sahibiz? Her hastalığın bir sebebi mevcuttur ve ancak o yok edilince hastalık ortadan kalkar. Cemiyetimizi ve gençliğimizi harab eden hastalıklar imânsızlık cereyanından beslenmektedir. Sonuna şu veya bu izm takılmış olsun bunların süt annesi, yani onları emziren, besleyen unsur hep budur. O halde, onun panzehiri, bizi bu varlık âlemine getiren bir sahibimizin bulunduğuna ve yine ona dönüp hesap vereceğimize olan sarsılmaz bir inanç sistemidir. Böyle bir inanç sistemine ve müdafaa mekanizmasına sahip olmadığımız müddetçe cemiyete musallat olan belaları defetmemize imkân yoktur. ...
30 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.