Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Bütün Eserleri 6

O ve Ben

Necip Fazıl Kısakürek

O ve Ben Gönderileri

O ve Ben kitaplarını, O ve Ben sözleri ve alıntılarını, O ve Ben yazarlarını, O ve Ben yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
- Kur'ândan şifa nasıl beklenebilir?.. <<<- Suyun geldiği boruya tâbi... Boru temiz olmalı ki, su kendisini göstersin!..>>>
<<- Allah, sırrını eminine verir; bilen söylemez, söyleyen bilmez.>>>
Reklam
-Allah, bana karşı işlenen suçu bağışlarım; fakat Sevgilime kara işleneni affetmem, buyurdu.
- Her şey itidâl halinde olmalı buyuruyorsunuz. Yani her şey haddini muhafaza etmeli... Aşkta, muhabbette de mi efendim?.. -Ne zannettin ya; o da haddi içinde kalmalı... Yoksa yanar, kül oluruz.
Kimseye eş olmıyacak bir günahkârlık çapında buluyordum. Bu şikâyetten de bir teferrüd, giz- li bir benlik ve gurur kokusu almış olacaklar ki, şu müthiş cevabı verdiler: <<-Daha ne günahkârlar gelip geçti bu yoldan... Seninki de ne?..» Çarpılıp kaldım. Yani; - Sen onda da bir şey değilsin, merak etme!.. Demek istiyorlardı. Nefs hilesine ne harikulâde karşılık.
Kalbim çayır çayır yanıyor, Ya Rabbi bu ateşi bana kaybettirme!
Reklam
<<<- Bütün ilimler, (kök bakımından) Peygamberlerden kalma... Riyaziye ilmi de birçok ilim gibi, semavîdir.>>> Benim, «Peygamberler olmasaydı, insanoğlu iki sayıyı üstüste yazıp toplayabilmekten bile aciz kalırdı» sözüme ver- dikleri bu karşılık, topyekûn tefekkürün insanoğluna nereden ve nasıl geldiğini gösterici kıstâs... Aklı bitirmişlerdi; bitirdikten, tekmilledikten sonra tekrar ellerine almışlardı. Aklın ötesinden, akılla konuşuyorlardı: <<<- Görmek için evvelâ görülecek şey, sonra görecek göz, sonra da ışık lâzım...>>> Ne görülecek şeyi, ne görecek gözü, ne de ışığı kalan dün- yamız... Hacmin üç buudu üstünde birden çöken dünyamız....
İslâmiyette felsefe diye bir şey yoktur. Hikmet vardır, fikir vardır, tefekkür vardır; felsefe yok... Vâkıa, felsefe <<Hik- met dostluğu>> demek ama, onunki bağımsız bir arayıcılık, İslâmınki de tam bağımlı tefekkür olduğu için, felsefeyle hiçbir alâka kabûl edemez. Onun içindir ki «Kur'ân felsefesi>>> denemez. «Kur'ân hikmetleri» denir. İslâm felsefesi değil, İslâm hikmetleri... ile ilgili Felsefe, hakikati başıboş bir merkezden yola çıkarak, sayılar boyunca «bir çok da aramanın; din ise, onu, tam bağlı olarak «Tek>>i de bulduktan sonra «birçok>da tefekkür etme- nin müessesesi... Bu bakımdan, din ve felsefe, biri şimâle ve öbürü cenuba doğru iki zıd hareket... Ve elbette ki, İslâmiyet- çe kıymet hükmü, bu... Felsefe, hakikati bulmanın değil, ancak birbirinin yanlışını bulup çıkarmanın ve ebediyen hakikatten mahrum kalmanın âleti... Birgün bu bahisteki bir mektupları, bir sual üzerine yazıl- mış cevapları okunurken, kendilerine, felsefeyi mahkûm edişi- mizdeki hikmetin, merkezsiz, başıboş tefekkür müessesesi olmasından ileri geldiğini, istifsar kılıklı söyledim: - Öyle mi efendim? Riyazî bir kat'iyetle noktaladılar: -Evet, öyle!..
<<- Her ilmin butlanı (yanlışı), o ilmin müntehasında (en ileri noktasında) belli olur.>>>
Efendi Hazretleriyle beraber kılınan namazlara dikkat ediyordum: Yakınlardan bazılarını, namazda titremeler tutu- yordu. Omuz ve kol başlarından göğse doğru akan ra'şeler... Bu ra'şeler, namaz dışında, mukaddes isimlerden biri geçerken de oluyordu. Bilhassa Efendi Hazretleri konuşurlarken ve Allah Resûlünün isimleri geçerken... Hareket, yalnız Efendi Hazretlerinde yoktu. Tam ve kat'î temkin makamındaydılar. Sonradan öğrendim ki, bu da, yolun başına mahsus husu- siyetlerden biridir; ve kalbde nur ile zulmet çarpışmasından doğmaktadır. Tam ıstıfaya varmış, süzülmüş temkin ve istikrar makamına varmış olanlar, böyle hallerle alakalı değil... Bana başta, kendisini gizleyememek, zaaf gibi görünen bu ra'şeler, epey sonra, namazlarımda beni de sardı. Zaaf olmaya zaaftı; çünkü eksik çok eksik, her ân renk değiştirici bir makamın habercisiydi. Fakat ben bu zaafı düşünürken, eksikten de eksiktim. Demek ki, o ân, bana göre çok fazla bir nimetti bu...
Reklam
O günah ki, insana, küçüklük ve sığınma duygusunu verir, Büyüklük ve kibir veren ibadetten daha hayırlıdır.
Zikredilen Allah olduğu gibi, zikreden de yalnız O’dur.
- Sen, raftaki bir kitabı almak için bile araya vasıta katar, iskemleye çıkarken; sen vapurdaki yolcunu seçmek için bile vasıtasız edemez, eline bir dürbün alırken, Allaha vasıtasız ermekten, hatta tapmaktan nasıl bahsedebilirsin?
Zikirsiz rabıta erdiriyor da, rabıtasız zikir erdirmiyor…
Risalenin bu noktasında, güneşin pişirdiği bir kavun misali... Güneş, kavunu bilmese de pişirir, kavun, güneşin farkında olmasa da pişer. Elverir ki, aradaki bağ ve liyakat ölçüsü kurulsun... Eğer iki taraflı verici ve alıcı şuur ve bilgi yerine gelirse, iş, arabanın tatlı bir meyil üzerinde kayması gibi kolaylaşır.
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.