Çocukluk ve gençlikteki hastalık dönemleri nasıl da büyülü zamanlardır! Dış dünya, avludaki, bahçedeki ya da sokaktaki boş zamanların dünyası hastanın odasına ancak uzak bir uğultu olarak girer. İçeride, hastanın okuduğu öykülerin ve kişilerin dünyası gemi azıya alır. Algıyı zayıflatan, ama hayal gücünü bileyen ateş, hastanın odasını yeni, hem tanıdık hem de yabancı bir mekâna dönüştürür; perdenin desenlerinde canavarlar, duvar kağıtlarında yüzler belirir ve iskemleler, masalar, raflar ve dolap devleşip dağlara, binalara ya da gemilere dönüşürler; hem tutulabilecek kadar yakında hem de çok uzaktadırlar. Uzun gece saatlerinde kilise kulesindeki saatin vuruşları eşlik eder hastaya, arada bir geçen arabaların homurtusu ve duvarları, tavanı yoklayan farlarının yansıması. O saatlerde uyunmaz, ama uykusuz saatler değildir bunlar, bir yoksunluğun değil, bir bereketin saatleridir. Özlemler, anılar, korkular ve zevkler, hastanın yolunu yitirdiği, bulduğu ve yeniden yitirdiği labirentler kurar. Bunlar, iyi ya da kötü, her şeyin mümkün olduğu saatlerdir.
Bu yolun, başka yerleşim yerlerinden geçerek Schwetzingen'de son bulacağını biliyordum. Ama kendimi dışlanmış hissediyordum; insanların yaşadıkları, çalıştıkları ve seviştikleri normal dünyadan dışlanmış. Sanki o boş vagonda hedefi ve sonu olmayan lanetlenmiş bir yolcu gibiydim.
Ama kendimi nasıl kandırmaya çalışırsam çalışayım, hayatımdaki önemli şeyleri dostlarıma anlatırken Hanna'yı suskunlukla geçiştirdikçe, ona ihanet ettiğimi biliyordum.
Yüzündeki beklentiyi gördüm; beni tanıdığında, o yüzün sevinçle parladığını gördüm; ona yaklaştığımda, yüzümü yoklayan gözlerini gördüm; gözlerindeki arayan, soran, giderek güvenini yitiren ve kırılan bakışı gördüm ve yüzünün karardığını gördüm.
Bu hüzün, hüzün dediğimiz şeyin ta kendisi midir yoksa? Anılardaki mutluluk bir durumdan değil, gerçekleşmemiş bir vaadden kaynaklandığı için, geçmişe bakarken güzel anılarımızın dağıldığını görüp de kapıldığımız hüzün müdür bu?
Beni zaten kimsenin anlamadığını, kim olduğumu ve beni şunu ya da bunu yapmaya iten şeyin ne olduğunu kimsenin bilmediğini hissederdim hep. Ve biliyor musun, eğer seni anlamıyorlarsa, senden hesap da soramazlar.
… kendimi dışlanmış hissediyordum; insanların yaşadıkları, çalıştıkları ve seviştikleri normal dünyadan dışlanmış. Sanki o boş vagonda hedefi ve sonu olmayan lanetlenmiş bir yolcu gibiydim.