Schlink; Bethel, Almanya'da Alman bir baba ve İsviçreli bir annenin dört çocuğundan en küçüğü olarak dünyaya geldi. Anne ve babası teoloji eğitimi almıştır, ancak babası Naziler yüzünden Teoloji profesörlüğü işini kaybedip, papazlığa başlamıştır. Bernhard Schlink 2 yaşından itibaren Heidelberg'de büyümüştür. Freie Universität Westen Berlin'de Hukuk eğitimi almış ve 1968'de buradan mezun olmuştur.
Schlink 1988'de Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin anayasa yargıçlığına getirilmiş ve 1992 de Humboldt Üniversitesi'nde Kamu Hukuku ve Hukuk Felsefesi profesörü olmuştur. Ocak 2006'da emekli olmuştur.
Schlink Heidelberg Üniversitesi'nde ve Freie Universität Westen Berlin'da Hukuk eğitimi almıştır. 1992'de Humboldt Üniversitesi'nde çalışmaya başlamadan önce Bonn Üniversitesi'nde, Johann Wolfgang Goethe-Universität Frankfurt am Main'da Hukuk profesörü olarak çalışmıştır. Yazar olarak kariyerine, ana karakteri Selb-Almanca "kendisi" anlamına gelen sözcük ile oynanan bir oyun-, (birincisi, Self'in Cezası Walter Popp ile ortak yazılmıştır.) birçok dedektif romanı yazarak başlamıştır. Bunlardan biri olan Gordiyon Fiyongu kitabı ile 1989'da Alman Polisiye Yazarları Birliği ödülünü almıştır. 1995'te Okuyucu (Der Vorleser)'yu, 30'larında ve aniden ortadan kaybolan, bir kadınla ilişkisi olan ve onu savaş suçları mahkemesinde bulan Hukuk öğrencisi bir gençle ilgili romanı, yayınlamıştır. Kitap Almanya'da ve diğer birçok ülkede en çok satanların arasına girmeyi başarmış ve 39 dile çevrilmiştir. 1997'de kitap Hans Fallada Ödülü'nü, bir İtalyan Edebiyat ödülü, ve Fransızca'ya çevrilen yapıtları için Prix Laure Bataillon'i kazanmıştır. 1999'da Die Welt gazetesi tarafından "WELT - Literaturpreis"'a layık görülmüştür.
2000'de Schlink Aşk Kaçışları adlı kitabında hikâyelerini topladı.
2008'de Stephen Daldry aynı isimli kitapdan uyarlama olan Okuyucu filmini çekti.
Schlink şu anda New York ve Berlin'de yaşamına devam etmektedir.
"Eğer arzuyla dolmuş bakış, arzunun doyurulması kadar kötüyse; eğer isteyerek hayal kurmak, hayal edilen edim kadar kötüyse o halde neden doyurulmasın o arzu ve neden hayal edilmesin o edim?"
Ama kendimi dışlanmış hissediyordum; insanların yaşadıkları, çalıştıkları ve seviştikleri normal dünyadan dışlanmış. Sanki o boş vagonda hedefi ve sonu olmayan lanetli bir yolcu gibiydim.
... Kendimi asla alçaltmayacak ve alçalmayacaktım; kendimi bir daha asla suçlamayacak ve suçlu hissetmeyecektim; bir daha yitirmekten acı duyacak kadar sevmeyecektim kimseyi.
Kavranamaz olanı kavrayabileceğimizi sanmamalıyız; karşılaştırılamaz olanı karşılaştırmamamlıyız; tartışmamalıyız, çünkü tartışan kişi tüm bu korkunç olayların gerçekliğini kabullendiğinde bile, onları bir iletişimin nesnesi haline getirir ve karşısında ancak dehşet, utanç ve suçluluk duygularıyla susulacak bir şey olarak algılamaz.
Okuyucu, 15 yaşındaki Michael ve 30'lu yaşlarındaki Hanna'nın kesişen hayatını anlatıyor bize. İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan ilişki Hanna'nın ortadan kaybolmasıyla bitiyor fakat Michael, Hanna'yı onsuz da olsa yaşamaya devam ediyor. Ta ki ikili yeniden mahkeme salonunda karşılaşıncaya dek. Geçmişe dönük olarak yaşanan bu hesaplaşma, hem Hanna'nın geçmişte işlediği suçların cevabını veriyor bize, hem de yaşadıkları ilişkiyle ilgili boşlukları dolduruyor.
Bir aşk hikayesini konu ediniyormuş gibi başlayan kitap aslında suç, vicdan, hesaplaşma üzerine yoğunlaşmış.
Enfes bir kitaptı, hayranlıkla okudum. Hele de kitabın son bölümü, kitabın içindeki en güzel bölüm olmakla beraber, kitaptan bağımsız olarak da okuduğum en iyi metinlerden biriydi. Sadakatin ne olduğunu anlatan eşsiz bir bölümdü.
Önce kitabını okumayı tercih ettiğim için filmi izlemeyi ertelemiştim. Artık izleyebilirim ama siz lütfen önce kitabı okuyun.
Son olarak kitabın 2. bölümünden yola çıkarak, size bir soru: İnsanların iradelerine saygı duymalıyız evet, peki verdikleri karar hayatlarına mal olacak olsa bile mi?
Kitab tamamilə başqa şey ilə başlayıb, tamamilə başqa şey ilə də bitir. İlk başda yeniyetmə (15 yaşlı) bir oğlanla ortayaşlı (35) bir xanımın eşq həyatından bəhs edən roman irəliləyən zamanlarda müharibədən sonrakı dönəmdən, faşistlərin davam edən məhkəmə prosesindən bəhs edir. Şlink çox fərqli bir formada müharibə və müharibədən sonrakı Almaniyanı Mixael və Hannanın timsalında oxucuya göstərir.
Farklı bir kitap.
Bir kadın ve yenilgiye uğrattığı üç adam. Hepsi yıllar sonra kozunu bu kadının tablosu üzerinden paylaşıyorlar.
Aman aman sürükleyici bir kitap değildi. Ama yazarın aralara serpiştirdiği mesajlar sık sık aklımı çeldi. Konu hoşuma pek gitmese de yazarın diğer kitaplarını da okuma isteğim oluştu.