Rıfat Bey lafa giriş aramadı, elindeki ilanı sallayarak sordu, "Buradaki Ertuğrul Muhsin sen misin?" Muhsin bunu beklemiyordu; bir anlık duraksamanın ardından, "Evet," dedi, "benim." Ablası bir felaket haberi almış gibi koltuğa çökerken eniştesi, "İnkar etmediğine memnun oldum," dedi. "Artık bu iş bitecek, hemen şimdi, bu hevesten vazgeçeceksin!" Muhsin'in yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi, "Yanlış anlamışsınız," dedi. "Bu bir heves değil. Ben tiyatroyu meslek olarak seçiyorum. Hayatım boyunca bu işi yapacağım."
Rıfat Bey, meselenin vehametini işte o zaman anladı. Büyük bir ciddiyetle, "Ne bizim ailemizde ne rahmetli babanızınkinde tiyatrocu yok," dedi, "Ya bu düşüncenizden vazgeçersiniz, ya da ailenizden." Muhsin, "Anladım," diyerek boynunu eğdi, "şu halde ailemden vazgeçiyorum." Yüzü üzüntüden allak bullaktı, biraz da sesi titriyordu, fakat kendini tuttu hiç gözyaşı dökmedi. Bu soğukkanlılığı ablasını çıldırtmıştı, genç kadın öfkeyle, "Sokaklar da aç kalacaksın!" diye bağırdı arkasından. Muhsin, "Bir kuru ekmek bulurum herhalde," diye mırıldandı, "Allahaısmarladık."
İşte Üsküdar'daki evden çıkışı böyle oldu. Bir trajedinin finali gibi...