Birisine verdiğimiz sadakat sözünü tutmadığımızda, haksızlık ettiğimiz insandan nefret etmek gayet insani bir şey olduğundan, tüm hata ve eksiklikleri ona yüklüyoruz..
Asıll yalan, sözlerin düşüncelerle örtüştüğü, fakat düşüncenin içimizdeki daha derin gerçekle çeliştiği yalandır; ruhumuzun kendi içinde ikircikli olduğu ve aslında inanmadığını bildiği şeye inandığı zaman.
Bir davette Yunan şairinin şu cümlesi söylendi: "En iyisi hiç doğmamış olmak." Bunun üzerine bir Berlinli şöyle dedi: "Ama ne kadar az insana nasip olur bu!"
Asıl yalan, sözlerin düşüncelerle örtüştüğü, fakat düşüncenin içimizdeki daha derin gerçekle çeliştiği yalandır; ruhumuzun kendi içinde ikircikli olduğu ve aslında inanmadığını bildiği şeye inandığı zaman.
Sezar'ın ömür boyu yaptıklarını başındaki defne yapraklarının çokluğundan anlamaz mıyız – ve de saçlarının azlığından? Anton von Werner’in bir sanatçı olarak önemini madalyalarının bolluğundan ve yeteneklerinin kıtlığından? Kaplıca kürlerinin etkililiğini bundan geçinen kaplıca hekimlerinin çokluğundan ve cüzdanımızın boşalmasından? Birden açıkça gördüm ki, şeylerin önemi, hatta tüm zenginliği yalnızca barındırdıklarında değil, aynı zamanda onlarda eksik olanlardadır da. Sevdiğimiz şeylerin sevdiğimiz şey olduklarını, her şey olmamalarından anlıyoruz, bizi daha fazlasından mahrum buraktıkları bir sınırları olmasından. Güzelin burukluğu da budur işte, bize çok çiçek fakat az pasta sunmasıdır. Zira şeyler her şey olsalar, Tanrı olurlardı. Bizim için bir şey olmaları için yalnızca biraz olmaları gerek.