Bir ara, oğlu hasan geçti gözlerinin önünden hayal meyal. İlerde, arkasını bu yana dönmüş, bir çalının dibine işiyordu. Vay, it südüğü vay! Ulan adam varır da Ziyaret Cevizinin yanındaki çalının altına siyer mi? Cin çarpar adamı. Vallaha billaha çont olursun. Alimallah olursun.
Uzakta, göğün öbür ucunda, üç tane jet, gümüş ışıltılı yollar bırakarak gidiyorlardı. Az sonra gözden kayboldular. Sonra da sesleri kesildi.
Ali gülümseyerek şaşkın kalmış çocuklara, hayran kalmış karısına baktı:
"Bunlara uçmak derler askercilikte. İçine yüz adam, bin adam, iki bin adam, bir ordu biner. Her bir askerin eline bir bomba verirler, salarlar gavur köylerinin üstüne. Üstlerine yağan bombalar gavurları kırfacana çevirir."
"Atı olan da, tarlası olan da, yerdeki karınca da, gökteki kuş da, ipek yatakta yatan da, kuru yerde kıvranan da, kuşsütü içen de, sen de ben de...
Uzun Ali gibi oğlu olan da kara toprağa karışıp, toz olacak Meryemce!"
Hiçbir zaman içini yuyup arıtamamıştı; hiçbir namazında. Düşünmeyim, demiş, hiçbir kötü şey, hatta iyi şey. Ama hep kötü şeyler, gelip gelip aklına musallat olmuş, namaz sonuna kadar onları kovamamış, namazı da hiç işe yaramamıştı.