Kalem çekerdi gözlerine. Hiç görmediğim, bilmediğim bir renkte bir kalem.
"Gidiyor musun?" diye sorardım usulca. Cevaplamazdı beni..
Cila sürerdi tırnaklarına. Hiç görmediğim bilmediğim bir marka cila.
"Ayrılıyor muyuz?" diye sorardım usulca. Cevaplamazdı beni..
Jölelerdi saçlarını. Hiç görmediğim, bilmediğim bir parlaklıkta bir jöle..
"Başka biri mi var?" diye sorardım usulca. Cevaplamazdi beni..
Şık giyinirdi ama çıplaklık daha çok yakışırdı üstüne. Hiç görmediğim, bilmediğim ağırbaşlılıkta bir ten..
"Gece dönecek misin?" diye sorardım usulca. Cevaplamazdı beni..
Bir daha karşılaşmazdım onunla. Hiç görmediğim, bilmediğim tarzda bir hüzün..
"Yalnız mıyım artık?" diye mırıldanırdım kendi kendime. Cevaplayana olmazdı beni..
Canın sıkılıyorsa bana bir masal yaz; kim bilir belki sen de zengin olur, şatolarda yaşarsın cücelerinle.. Oysa onlar cüce değil, senin boyun uzun.. Senin boynun uzun, ellerin uzun, öpüşün uzun..
Unuttum sana yazdığım mektubun altına adımı yazmayı: Belki hatırlarsın beni, senin çok eski bir dudağınım öptüğün..
Unuttum sana yazdığım mektubun altına adımı yazmayı: Belki hatırlarsın beni, senin çok eski bir casusunum aldattığın..
Unuttum sana yazdığım mektubun altına adımı yazmayı: Belki hatırlarsın beni, senin çok eski bir çocuk hastalığınım kırk derece ateşle yattığın..
Sait’i benim için öp, demiş. Sait öldü. Sait ile Faik, aslında ikizdiler; Sait, hep hırparlardı Faik’i; ona nankör dedi. Sen balık, yiyorsun. Balık yenmez, balık yüzer derdi. Sosyalizm yenmez, sosyalizm yaşanır derdi.