Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Osmanlı Düşüncesi

Tahsin Görgün

Osmanlı Düşüncesi Sözleri ve Alıntıları

Osmanlı Düşüncesi sözleri ve alıntılarını, Osmanlı Düşüncesi kitap alıntılarını, Osmanlı Düşüncesi en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İlahi tavırda insanın kemalini ve insani tavırda ilahi kemali talep eden ve bunu elde etmeye arzu duyan, çabayla veya çabasız bunu gerçekleştirme derecelerinde yükselen basiret sahibi kimse(nin öncelikle şunları bilmesi gerekir: -İnsanın hakikati nedir? -Nereden var oldu? -Nerede var oldu? -Nasıl var oldu? -Onu kim var etti? Niçin var oldu? -Var olmadaki gayesi nedir?)*(Konevi)
Taftazani, insana ulaşan nimetlerin en önemlisinin, kendisine ittiba edilmesi hâlinde insanı darüsselama ulaştıracak olan din olduğunu ifade etmektedir. Bu ifade her ne kadar sadece ahirete matuf gibi gözükse de o dönemdeki Müslümanların, ta başından beri getirdikleri, bu dünyada sahip oldukları iyi ve hayırlı ne varsa, bunların hepsinin Yüce Allah'ın gönderdiği dine ittibanın bir neticesi olduğunu (âlemin nizamının şeriat ile olduğunu), ancak dine ittibanın sadece bu dünyada değil, asıl olarak gelecek olan ebedi dünyada neticelerinin olacağını ifade etmektedir. Taftazani'nin Fahruddin er-Razi'den naklettiği bir husus, aynı zamanda söz konusu binanın nasıl algılandığına da bir misal teşkil edecektir. Er-Razi'ye göre hamd, her ne kadar ilk bakışta söz ile gerçekleşen bir fiil ise de bir kimsenin sadece “Elhamdülillah” demesi, onun hamd ettiğini göstermez. Hamd, insanın Yüce Allah'ı tazim konusunda ne hissettiğidir. Eğer o Yüce Allah'ın azametinin şuurunda, O'nun sıfatlarının kemali onda bir itikad hâline gelmişse, o zaman onun “Elhamdülillah” demesi, şuurunda hissettiği asıl hamdın tercümanı olmak anlamında hamd olabilmekte, bu da yine sadece sözle kalmayıp, insanın fiillerinde de kendisini göstermektedir.# Buna göre İslam binasının (veya ağacının) esasını itikad teşkil etmekte ve itikadı kendisine konu edinen ilim de “tevhid ve sıfatlar ilmi” olmaktadır. Bu binanın (ağacın) fürü'unu ise salih ameller teşkil etmekte, salih ameller de “mutahhar şeriat”te ifade edilmiş olarak bulunmakta, bu şeriat de “ahkâm ve şerâ'i' ilmi”ne dayanmaktadır.”
Reklam
modern Avrupa genellikle reform- rönesans ile başlayan ve roma- yunan kültürü- hristiyanlık esaslı bir oluşum süreci ve dünya tarihinde eşi benzeri görülmedik, biricik ve tamanen kendi iç dinamiklerinin bir dönüşümü neticesinde ortaya çıkan bir fenomen olarak görülmektedir. (?)
Sayfa 158Kitabı okudu
burada unutulmaması gereken husus, Türklerin düşüncelerini ifade ederken sadece Türkçeyi kullanmadıkları gerçeğidir. imparatorluk sahibi olunduğunda, sadece bir dille iktifa edilmez, kendinizi bir dile mahkum edemezsiniz. imparatorluk olunduğunda, imparatorluk neyi gerektiriyorsa ona göre davranılır. o imparatorlukta eğitim dilinin Arapça olması gerekiyorsa onu yaparsınız. eğer imparatorsanız, mesela İran üzerinde iddialarınız varsa, İran'ı da kendi topraklarınıza katmak, orayı da yönetmek gibi bir düşünceniz varsa, o zaman mektuplarınızı Yavuz Sultan Selim'in yaptığı gibi farsça yazarsınız. Yavuz Sultan Selim düşüncelerini, mektuplarını farsça, Şah İsmail ise Türkçe yazar; ama bunların sembolik manası vardır. Şah İsmail, Anadolu'da yaşayan Türklerin; Yavuz Sultan Selim, İran'da farsça konuşan insanların yönetimine taliptir. mektuplarının dili, böylesi bir iddia ile olan irtibatı ihmal edildiğinde, anlaşılmaz hale geldiği gibi, aslı esası olmayan ithamlara da gerekçe teşkil edebilmektedir. son zamanlarda ortaya konulan iddialar arasında 'maalesef Osmanlı Devletinin Türkçeyi ihmal ettiği'nin yer alması böylesi bir iz'an eksikliğinin alametinden başka bir şey değildir. ancak meselenin mahiyeti kavrandığında, durumun böyle olmadığı fark edilir. bunun manası, büyük devlet olmakla alakalı olduğu ve bir dünya devleti, bir cihan devleti olmanın taleplerinin neler olduğu fark edilerek, bunun muktezasınca kavranırsa, o zaman anlaşılır.
Mesnevî o kadar büyük bir eser ki Batı edebiyatında bir dengi daha yok. Bu hususta bir fikir vermesi açısından bir hadiseden bahsetmek uygun gözüküyor: Herder, 18. yüzyılda Almanya daha yeni yeni bir devlet olma yolunda ilerlerken, bakıyor ki, Weimar gençlerinin ahlaka da ihtiyacı var. Kendisi anlatıyor bunu: "Weimar gençlerinin ahlaka
İnsanın bilme ve varolma yolu olarak “sem”, Heidegger'in varlığın sesine kulak verilmesi dediği, bir anlamda Mevlana'nın “ney” olarak tabir ettiği “insan”ın dinlenmesidir. Aslında bütün dini ilimler, esasını “sem”de bulur ve bu yönüyle üzerinde durulması gereken ciheti işaret etmektedir. İşte tam da bu nokta, Konevi ile hayat arasında irtibatı kuran ve bunun içini “sem” ile dolduran alimi hatırlamak gerekmektedir. Bu alim, Molla Fenari'dir. Fenari de, eserini şerh ettiği Konevi gibi, varlığın amacının insan, daha doğrusu insan-ı kamil olduğunu ifade etmektedir. Bu insan-ı kamil, bir yönüyle tarihi olarak Hz. Peygamber'dir. Tarihi olarak Hz. Peygamber'in insan-ı kamil olması, onun kendisiyle birlikte insanlığın kemalini mümkün kılan ve tarihi olarak yeni bir dönemin, yeni bir çağın, yeni bir varoluş şeklinin başlamasına esas teşkil ettiğini ifade etmektedir. Hz. Peygamber metafizik olarak da insan-ı kamildir ve bu durum, üzerinde durulması gereken esas noktadır. Bu nokta bizi, hemen sem'e ve dolayısıyla da dini ilimlere götürmektedir.
Reklam
Mesnevi o kadar büyük bir eser ki Batı kültüründe, edebiyatında bir dengi daha yok. Bu hususta bir fikir vermesi açısından bir hadiseden bahsetmek uygun gözüküyor: Herder, 18. yüzyılda Almanya daha yeni yeni bir devlet olma yolunda ilerlerken, bakıyor ki, Weimar gençlerinin ahlaka da ihtiyacı var. Kendisi anlatıyor bunu: “Weimar gençlerinin ahlaka
Eğer insanlığın geçmişinde bir yeriniz yoksa geleceğinde nasıl bir yeriniz olacağı hususunda makul bir beklentiniz de olamaz.
Osmanlı Devleti, üç kıtaya, bu kadar dile, bu kadar etnik farklılığa rağmen bu kadar uzun süre varlığını nasıl sürdürdü?
geçmişimizi ihmal etmek gibi bir lüksümüz yok, gelecek ancak geçmişin keşfedilerek inkişafı üzerine kurulabiliyor.
101 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.